İki yıl evvel bizim kuşak Bağlarbaşı derneğinde buluştuk, bende Samsun’dan gelip katıldım. Sağlıklı dönemiydi henüz, sağlıklı gördüğüm son görüşme oldu bu.

Erhan Hapae 26 December 2012
KEMAL TURA

 

1974 yılı sonbaharı. Mecit Cankat’la Sirkeci Garında buluştuk, Tatbiki Güzel Sanatlar Akademisinde okuyan Güler Boğatır’ı arayacak, İstanbul Şehri’ne duhul olmak için yol-yordam soracak, yardım isteyecektik. Onu okulda bulduk. Birkaç yıl sonra benim devralacağım, Yıldız’da bir bodrum kat evine götürüp karnımızı doyurmuş, nerede kalacağımıza dair varolan derdimizi pragmatik bir şekilde çözmüştü.

 

Aşağıda, Ihlamur-Bayır sokak 18/5 e götürdü bizi, iki defa çaldı zili ve hiç cevap gelmeyince bir tekmeyle kapıyı açıp işte dedi yeni eviniz. Ben Aksaray’daki otelden bir-iki gün içinde taşındım, Mecit bir hafta sonra geldi. Naim Sarıgül-Faruk Cimok-Ahmet Ğış-Musa Şapsığ oradaydı, Kemal Tura’da.

 

O evden, yoksul öğrencilerden oluşan çok insan geçti o zaman. Tümer Akyüz-Ahmet Sayar-Nebi Hatko-Hanefi Hatko yatılı idiler ve Faruk Özden’den Selo’ya, Beşgür’den Ümit Duman’a parasız yatılı, Gürsel’den Mümtaz’a Mos’tan Cemil’e, Çelej’e, Huvaj’a, Handan’a, Ayşe’ye, Orhan Alpaslan’a uzatmalı misafirler.

 

Başkan Mahmut Nedim’in Ankara’ya tayin edilip, Naim’in askere alınmasıyla İKKD gençlik kolu başkanlığı ona kalmıştı.

 

Kazım Taymaz hocanın köyleri dolaşıp bulduğu ve bulunca turuncu (ya da yeşil) tospa arabasına bindirip İstanbul’a getirdiği, yoksul-kabiliyetli çocuklardan biriydi. Küçük yaşlarda annesini yitirmiş, babası bir başkasıyla evlenmişti. Zincirlikuyu Sanat Enstitüsünü bitirip Yıldız’ı kazanmayı başarmış biriydi, bir şekilde.

 

Akşam öğrencisiydi-tersi düşünülebilir miydi zaten. Benim onu tanıdığım yıl 3. sınıftaydı ve gündüzleri bir mühendislik ofisinde çalışıyor-gece okula gidiyor-hafta sonları Çerkes milletine gençlik kolu başkanlığı yapıyordu.

 

Başına bir Kuvayi-Milliye kalpağı geçirip kürklü bir palto giydirseniz, yakışıklılıkta Mustafa Kemal’in yanında duran Ethem Bey’i aratmazdı muhtemel. Ölümünden beş gün önce Bezmi-Alem’de ve yatakta gördüğüm kırk kiloya düşmüş hali değil tabi.

 

Nasihat etme konusunda bizim Çerkeslerde var olan doğal dürtü ondada vardı. Bu ise benim hoşuma giden bir şey değildi. Çelişkilere düştük-soğukluklar yaşadık. Yaşadık da arkadaşlığımız hiç eksilmedi. Aynı evlerde yaşayıp aynı okulda okuduk. Bir dönem aynı büroda çalıştık, aynı gözaltılar da cigara içtik. Bir defasında uzun sürmüş bitlenmiştik.

 

Güzeller güzeli bir mimarla evlenip, biz arkadaşlarının hiç tasvip etmediği bir şekilde İstanbul’u terk etmiş, Edremit’e yerleşmişti. İTÜ ve Yıldız mezunu karı-koca Edremit için bir şanstı 1982 yılında, ama Edremit onlar için mühim bir şans olmadı. Olamazdı zaten, beride İstanbul’da kalmış arkadaşları bu konuda hem fikirdi.

 

89 yılıydı sanırım, Baki’yle bir Bodrum dönüşü neresi bu Edremit, gidelim Kemal ile Süheyla’yı görelim deyip yolumuzu değiştirdik. Akşam bizi götürdüğü bir Akçay meyhanesinde; yavaş yavaş bir taşralılık dünyasına doğru yolculuk yaptığını hissetmiştim ben. Daha sonra bir süre işlettiği bir motele gittik birkaç arkadaşla birlikte, durum aynıydı. Dünya’dan kopuyordu.

 

İki yıl evvel bizim kuşak Bağlarbaşı derneğinde buluştuk, bende Samsun’dan gelip katıldım. Sağlıklı dönemiydi henüz, sağlıklı gördüğüm son görüşme oldu bu. Son iki ayda dört defa gördüm, her defasında daha da eriyordu. Eridi gitti işte.

 

Çocuk yaşta annesini yitirmesi yeterli bir kahırdı başlı başına. Bunlar yetmedi, önce ağabeyi sonra babası hazin ölümlere maruz kaldılar. Ne bahtsız bir aileymiş diye düşündüm mezarının başında. Bu ölümlerin Kemal’e devrettiği mirasın ödenecek bedeli neydi kim bilir, bildiğimiz yok.

 

Olmayınca olmuyormuş meğer / ne yapsan-ne etsen.

 

O son hüzünlü günlerde, eski dostlarının yüzünü güldüren tek şey, oğullarının ikisinin birden Boğaziçi Üniversitesi öğrencisi olması idi, daha ne olsun.

 

Biz İstanbul’dan Handan ve Naim’le gittik. Nihal-Emel ve arkadaşları kalabalık bir gurupla gelmişlerdi. Köyde kalabalık bir ahali olduk şöyle bir üç yüz kişiye yakın. Baki-Sedat-Ramazan ordaydı, Celal ve Engin’de. Mutlu etti bu beni-sahibimiz varmış meğer.

 

Islak, soğuk bir günde yeşiller içinde bir mezarlığa defnettik, mezarlık köyden güzel.

 

Şimşir ağaçlarının altında yatıyor şimdi.

 

MARI.

 

Comments are closed.