Batı Avrupa devletlerinin kendi kent çeperlerindeki postkolonyal göçmenlerin gettolaşmasından duydukları ahlaki panik haksız ve gereksizdir.

Fehmi Koban 29 August 2014
İleri Marjinalliğin Karşılaştırmalı Sosyolojisi

Loic Wacquant Kimdir?

California Üniversitesi-Berkeley Sosyoloji Bölümü’nde öğretim üyesi ve Paris’te bulunan Avrupa Sosyoloji Merkezi’nde araştırmacı olan Wacquant, karşılaştırmalı kentsel eşitsizlikler, etnik-ırksal tahakküm, cezalandırıcı devlet, beden, toplumsal teori ve rasyonalitenin siyaseti gibi alanlarda çalışmalar yapmaktadır. 2008′de kent sürgünlüğü, etno-ırksal tahakküm, cezalandırıcı devlet, sosyal kuram ve muhakeme politikaları konularını içeren araştırmaları dolayısıyla Amerikan Sosyoloji Derneği’nce Lewis Coser Ödülü’ne layık görüldü. Eserleri 20 dile çevrilen Wacquant’ın Türkçe’ye çevirilen kitapları arasında “Düşünümsel Bir Antropoloji İçin Cevaplar” (Pierre Bourdieu ile birlikte, İletişim Yayınları), “Ruh ve Beden: Acemi Bir Boksörün Defterleri” (Boğaziçi Üniversitesi Yayınları) ve “The Two Faces of the Ghetto” (2014) bulunmaktadır.

 

 

Kent Paryaları

Kent Paryaları; sosyo-ekonomik ve mekansal olarak toplumun bazı kesimlerinin dışlanması sonucu bu kesimlerin yaşamlarını idame ettirdikleri yoksul bölgeleri ifade etmektedir. Loic Wacquant çalışmasında, iki katmanlı bir kent yoksulluğu analizi ortaya koymaktadır. İlki; tarihsel ögelerle, bu toplumsal marjinalleşme hareketinin ve hiperghettoların Amerika’da nasıl yer ettiği üzerine bir okumadır. Ayrımcılığın derinleştiği bu hyperghettolarda, istatistikler aracılığıyla, mahallelerin nasıl kapatılmış mekanlara dönüştüğünü, hangi dinamiklerin buna neden olduğunu, güvensizliğin, şiddetin, suç oranlarının hangi nedenlerle ortaya çıktığını, asıl görevi ‘insan yetiştirmek’ olan okulların nasıl birer ıslah evine dönüştüğünü anlatmaktadır. İkinci katmanda ise Amerikan Kara Kuşağı Afrika Kökenli Amerikalı ‘getto’su ile Fransa Kızıl Kuşağı olarak ifade edilen ‘işçi sınıfı banliyöleri’ özelinde Fordist-Keynesçi düzenin terkedilmesinden sonra Avrupa’daki mülksüzleşme süreçlerinin yapısını derinlikli karşılaştırmalı analizlerle incelemektedir.

 

Çalışmanın ilk bölümünde Amerikan gettosunun geçirdiği kurumsal dönüşüm tanımlanıyor, ardından ‘hipergetto’ya dönüşen bu yapı ve Fransa’nın şehir çeperlerindeki gerileyen kenar mahallelerin daimi yoksulluk biçimlerini, deneyimlerini, bunlara dair benzerlikleri ile farklılıklarını ‘ileri marjinallik’ olarak isimlendirilen, “refah devletinin gerilemesi, kapitalist ekonomilerin eşitsiz gelişimi sonucu mekânsal ve toplumsal olarak toplumun bir kesimine uygulanan – Weber’in tabiriyle – kapatma ve sürgün olgusundan” hareketle sosyolojik olarak irdelemekte ve kıyaslamaktadır. Marjinallik türlerinin kıtalararası yakınsamasından bahseden, siyaset, akademi ve medya çevrelerince etiketleme çalışmalarıyla oluşturulduğunu iddia ettiği ‘uydurma’ tezi açıklayarak eleştirmekte ve nihayetinde XXI. yüzyılda eşitsizlik, sosyal adalet, etno-ırksal ve sınıfsal dışlanma gibi konularda çözüm olabilecek politika seçeneklerine dair öneriler sunmaktadır.

 

Kitap, Wacquant’ın farklı zamanlarda yazdığı yayımlanmış makalelerin tekrar gözden geçirilmesi ve birleştirilmesi ile ortaya çıkmıştır. “Her bölümün kendi bütünlüğünü, özerkliğini muhafaza etmek ve okuyucunun bölümleri ister tek tek isterse de kendisine en uygun gelen sıra ile okuyabilmesine olanak tanımak” amacıyla bir taraftan tekrarları asgariye indirse de bundan tamamen kaçınmamıştır.

 

Wacquant çalışmaya dair ortaya attığı tezi şöyle özetliyor: “Kara Kuşağın içe doğru çökmesi ile yeni yüzyılın eşiğinde Kara Kuşak sakinlerine sunulan iç karartıcı hayat beklentilerinin açıklaması, kapsamlı makroekonomik, demografik güçlerin (sanki bu güçler kendi kendilerine bu politikaları uygulamaya kanalize olmuş gibi) gayrışahsi faaliyetlerinden çok, kent seçkinlerinin iradesiyle ilgilidir, yani gettoyu bu güçlerin, bu güçlerin insafına terk etme kararları belirleyici olmuştur. “

 

İleri Marjinallik Nedir?

Metropolü oluşturan mekanlar hiyerarşisinde en altta bulunan, yeni yüzyıl kentlerinden sürgün edilmiş kesimlerin yaşadığı mahalleri nitelemek için bazı isimler kullanılmaktadır. Getto ve banliyö de dahil olmak üzere dünya üzerindeki bir çok coğrafyada sorunlu bölgeler, yoksul mahalleler, sefalet mahalleleri gibi anlamlara gelen isimlerle isimlendirilmişlerdir. Wacquant’a göre bu bölgeler için kullanılan olumsuz ifadeler bir sürecin ürünüdür. Fiziksel, ekonomik ve toplumsal olarak dışlanma şeklinde zuhur eden bu süreç “marjinalleşme” olarak ifade edilir. İleri marjinallik tabiri ise “kapitalist ekonomilerin eşitsiz gelişmesi ile refah devletlerinin küçülmesi sonucu post-Fordist şehirlerde billurlaşmış sürgün ile dışlayışı kapatma hadiselerinin görüldüğü yeni düzeni” tanımlamaktadır.

 

 

Gettodan Hipergettoya Afrika Kökenli Amerikalılar

Getto

Etno-ırksal denetim mekanizmalarının bir araya geldiği, sınırları belli, hakkında olumsuz bir etiket oluşturulmuş halkların kendilerine uygun görülen mekana sürgün edilmesiyle oluşmuş sosyo-mekansal yapıdır. Bu anlamda homojen olarak görülse bile aşırı bakımsızlıklarına karşın birçok yoksul mahalle bir nebze de olsa mesleki, ailevi çeşitlilik barındırır. Sakinlerinin yoksulluğu aşırı boyutlara varsa bile bütün dar gelirli bölgeleri getto değildir.

 

Hipergetto

Sınırlı kaynaklar için meydana gelen çatışmaların ve yoğun rekabetin etrafında örgütlenmiş, siyasal, bürokratik yapılar ve süreçler tarafından hem değersiz hem de değersizleştirilmiş bir yapı olarak, özgün sosyal düzen içerisinde ırklara göre katı bir bölünme arz eden ileri marjinal gettodur.

 

Komünal Getto & Hipergetto

İkinci dünya savaşı sonrasına ait bir yapı olarak komünal getto, sınıf bilincine sahip tüm siyahların bulunduğu, güçlü sosyal iş bölümü olan, sınıf yapısında tırmanma olanağı veren, yaşayanlarda aidiyet hissi yaratan, sınırları belli sosyo-mekansal bir oluşumdur.

 

“Örgütsel alt yapısı, yani siyah basın ve kilise, siyah lokalleri, sosyal kulüpleri, siyah iş yerleri, uzmanlık hizmetleri, “rakam oyunu” olarak bilinen yasadışı sokak piyangosu gibi kurumlar ellilerin gettosuna komünal kişiliği ile gücünü vermiş, gettoyu bir toplu dayanışma ve seferberlik aracı haline getirmişti.”

 

“…baskıcı bir ortam olsa da geleneksel getto Amerikalı zencilerin muhiti olmuştu, burada hayatlarına anlam katabiliyorlar, gettoya bağlılık hissediyor, burasıyla gurur duyabiliyorlardı.”

 

Bu yapı yüzyılın sonunda yerini hipergettoya bırakmıştır. Günümüz hipergettosunun kimliğini de belirleyen işsizlik oranları ve örgütsel boşluk, getto sakinlerinin en temel ihtiyaçlarının karşılanmasını bile engellemektedir. Yüzyıl sonu hipergettosu küçümsenen, nefret edilen bir alandır. Neredeyse herkes buradan kaçmaya çalışır. Burada hayatta kalmaktan daha ulaşılabilir bir hırsa yer yoktur. Umutların köreldiği, hayallerin tükendiği yerdir.

 

Hipergettolaşmanın Nedenleri

 

1-“Amerikan ekonomisinin geçirdiği dönüşümdür. Kapalı, sıkı sıkıya entegre olmuş, fabrika merkezli, kitlesel pazarın ihtiyaçlarına göre üretimi harekete geçiren Fordist sistemden daha açık, tek merkezden yönetilmeyen, hizmet yoğun bir sisteme geçilmiştir.”

 

2-“Afrika kökenli Amerikalıların kati şekilde ayrı yaşam alanlarına sürülmesinin devam etmesidir, yani toplu konut projelerinin büyük şehirlerin en yoksul siyah bölgelerine kasten sıkıştırılmasıdır. Bu sayede fiilen bir kentsel apartheid sistemi kurulmuş olur.”

 

3-“Refah Devletinin hızlı ve kapsamlı şekilde masraflarını kısmasıyla birlikte Amerikan ekonomisinin dönemsel inişleri çıkışlarının, yetmişli yılların ortasından sonra Kara Kuşaktaki yoksulluğun sürekli artmasını sağlamıştır.”

 

4-“Geçen yirmi yıl içinde federal politikalar ile yerel kent politikalarının gözden geçirilip yenilenmesidir; bu ye ileme, siyahların tarihi semtlerinde kamu hizmetleri için uygulanan ”planlı daralma” politikasında dışa vurulmaktadır.”

 

Proletersizleşme, Sürgün ve Yaftalama

“Sosyal bilimin görevi güncel hadiseler dalgasında sörf yapmak değil, bu hadiseleri üreten dayanıklı ve görünmez mekanizmaları gün ışığına çıkarmaktır” diyerek eleştirdiği akademisyenleri de dahil ederek, bürokrasi ve medya ortaklığıyla üretilmiş olan “sınıfaltı” kavramının bir ‘uydurma’ olduğunu ifade etmektedir. “Sınıf-altı” teorisi, toplumun çeperlerinde farklı bir halk katmanının var olduğunu söyler ve bu insanların varoşlarda kaotik, ahlak dışı hayat tarzlarında, gündelik işlerde çalışarak ve işsizlik maaşı talep ederek yaşadıklarını iddia eder. Bu teoriye göre, “onların içinde bulundukları bu zor durum kendi kusurlarıdır ve hükümet politikalarıyla ilgisi yoktur.” “Sınıf-altı” adlı bu sınıfa mensup olanların toplumsal yaşamda hiçbir payları olmadığından, davranışlarıyla çalışkan insanların hayatlarını mahvetmekte sorun görmezler. ‘İstenmeyen adam’ pozisyonuna düşürülen bu bölgeler yoksulluğu, düşkünlüğü, sefaleti ‘hak etmiştir’.

 

Bu teorinin aksini iddia eden Wacquant durumu “birbirini pekiştiren ekonomik, sosyo-politik değişimleri Avrupa, Amerika şehirlerindeki mülksüz gençlere son yıllarda uyguladığı devasa yapısal şiddete karşı bu gençlerde sosyolojik bir tepki” olarak ifade eder. “Söz konusu değişimler sınıf yapısının kutuplaşmasıyla sonuçlanmıştır. Etno-ırksal ayrımla, refah devletinin küçülmesiyle birleşen bu kutuplaşma, metropolün sosyal fiziki yapısının ikileşmesiyle sonuçlanmıştır, bu durum vasıfsız iş gücü kesimlerini büyük oranda ekonomik fazlalık haline getirmiş, toplumsal marjinallere dönüştürmüştür” cümleleriyle ifade eder.

 

Bu yaftalama kamu kurumlarını, devletin halka hizmet götüren yapılarını bölgeden çekmiş olmasının yanında bölge ile ilgili siyasi otoritenin vereceği kararların her ne olursa olsun meşrulaştırılmasını da kolaylaştıracaktır.

 

Marjinalleşmenin 3 Ana Bileşeni

Proletersizleşme, işgücü istikrarsızlığının yayılması anlamına gelir, bu da ailenin maddi yoksunluğu gibi kişisel endişeleri gündeme getirir.

Sürgün; hem kamu kaynakları hem de özel kaynakların azalması ve göç ile gelenlerin nüfusu artırması dolayısıyla zaten kıt olan kamu mallarına erişim rekabeti de artar.

Yaftalama; sınıf, etnik köken ve kötülenen mahallelerde yaşamakla bağlantılıdır.

 

Şiddet, Güvensizlik, Tehlike

Polis

“Sorunlu” mahallelerin hayatına damgasını vuran kurumlar arasında “polise” parantez açılması gereklidir. “Devletin tehlikeli, marjinal sınıflara doğrulttuğu “ön cephe” gücü ve somurtkan yüzü” olarak polis her yerde derin bir meşruiyet, görev krizi ile karşılaşır. Yönetim tarzındaki son değişim bu krizi ne kısıtlayabilir ne de maskeleyebilir; çünkü krizin kaynağı devletin “topyekün yeni düzenindedir”. “Gözetimi ve bu mahallelere uygulanan yaptırımları denetleyen sistem üzerindeki kamu tekelinin erozyona uğraması ve sosyal güvensizlik duygusunun geniş çevrelere yayılması” bunun parçalarıdır. Siyasi önderler suç eylemlerinin yarattığı güvensizlik ortamını baştan aşağı siyasileştirirler. Bu durum polisin karşılayamayacağı derecede yüksek yükselen beklentiler oluşturmuştur.

 

Polisi “suç sorununun çözümü” sayan ideolojik yanılsamanın, “polis fetişizminin” toplumsal temelleri unufak olurken, yine de polise güvenilmektedir. “Baş döndürücü eşitsizliklerden oluşan yeni toplumsal düzeni perçinlemesi, yerküre üzerinde gelişmiş ya da gelişmekte olan ülkelerinde şehirlerinde neoliberal kapitalizm tarafından yaratılan müthiş zenginlik ile dal budak salmış yoksulluğun birlikte var olmasının patlayıcı etkisinden doğabilecek kargaşayı denetlemesi istenmektedir.”

 

Banliyö

 

Kent merkezine idari bakımdan bağlı olan dış kasabaları ya da bölgeleri ifade eder. Aslen Fransa’nın ortaçağ şehirlerinde, şehir yönetimlerinin hukuki denetim (ban) altında bulunan birlik (lieue) halkasına denmektedir. Dolayısıyla banliyö yoksul ya da varlıklı, işçi sınıfı ya da burjuva ağırlıklı olabilir. Fakat seksenlerin ortasından itibaren bu kelime, hali gittikçe kötüleşen toplu konutlar barındıran, kent çeperlerindeki alt sınıf mahallelerini tanımlamak için kullanılmıştır. Bu mahalleler yoksulluğun, ekolojik bozulmanın, toplumsal gerilemenin, yüksek suç oranının bir araya geldiği yerler olarak görülür. Bu gibi alanlar basit yatırımlar olarak, tekdüzelik, soğukluk ve korku hissi veren yüksek binalardan meydana gelen büyük arsalardan oluşur.

 

Karıştırmaktan Karşılaştırmaya

Söz konusu karşılaştırmayı yapmanın itici gücü, “bütün Avrupa’da fakat özellikle Fransa’da, sanayi sonrası şehirlerinin yoksul mahallelerinde görülen kentleşme modelinin ABD gettosu modelini izlediğinin düşünülmesidir.”

 

Kara Kuşakta toplumdan dışlanma ile sürgün öncelikle ırk ayrımına dayalıdır; altmışlardaki kırılma sonrasında sınıf konumuyla nitelik değiştirmiştir; iki etken de kentsel sınıflama ve ihmale dayalı kamu politikalarında kök salmış ve durumu daha da kötüleştirmiştir. Burada marjinalleşme esas olarak sınıf mantığının ürünüdür; kısmen etno-ulusal köken sayesinde çoğalmış, kısmen devlet eylemleri sayesinde azalmıştır.

 

Amerikan hipergettosu hem etnik hem toplumsal yapısı bakımından homojendir, örgütlenme yoğunluğu düşüktür, toplumsal bileşenlerine devlet pek nüfuz etmemiştir. Sonuç olarak fiziksel ve toplumsal güvensizlik üst düzeydedir. Fransız kent çeperi ise etno-ulusal köken bakımından aslında heterojen bir nüfus barındırır (ayrıca sınıf konumu bakımından da) toplumsal ihtiyaçlara cevap veren kamu kurumlarının güçlü varlığı, bu yerleşimlerin tecritini hafifletir. Üstelik bu iç heterojenlik, farklı Fransız işçi sınıfı banliyölerinin can verdiği dış heterojenlikleri sayesinde daha da artar ki bu durum, büyük Amerikan şehirlerinin gettolarındaki sosyal, mekânsal monotonlukla keskin bir zıtlık sergiler.

 

Chicago’nun Kara Kuşağı ile Paris’in Kızıl Kuşağı kendi metropol düzenlerinde yapısal olarak benzer bir konumda bulunsa da, nüfuslarının morfolojik yapısı ile sosyal koşulları bağlamında büyük farklar gösterir. “Birincisi Fransız refah devletinin sağladığı kapsamlı sosyal koruma ve emek piyasasının siyasal yapı tarafından sıkı bir şekilde düzenlenmesi sayesinde, en berbat durumdaki Kızıl Kuşak banliyölerinde yoksulluk, işsizlik, ekonomik darlık düzeyleri, siyah Amerikan gettosunda gözlemlenen ortalama düzeylerin epey altında kalır.” Örneğin 90’lı yılların ilk yarısında La Courneue’de (Paris) yetişkinlerinin üçte ikisinin ücretli işi varken Chicago’da bu oran yüzde otuzdu.

 

“İkincisi Birleşik Devletler’de siyahların şehrin ayrı, kapalı alanlarına gönderilmesine yol açan katı ırk ayrımı Fransa’da bilinmez. Fransa’da göçmenlerin belirli mekanlarda kısıtlı bir şekilde toplanması büyük oranda konutlara erişim konusundaki sınıf farklılıklarının yan ürünüdür.” Amerikan gettosu tek renkli ırk yapısına sahiptir, ayrıca gittikçe aynı sosyal sınıfa mensup insanlar gettoyu doldurur, oysa Kızıl Kuşak banliyölerinin nüfusu hem sosyal hem de etno-ırksal açıdan son derece çeşitlilik gösterir.

 

Bolluk Toplumu İdeali

 

Ülkelerin geleceğe dair hedef olarak koydukları, temelde “yoksullukla baş etme” üzerine kurulu “ideal toplum” hayaline verdikleri isimler farklı olsa da her birinde “mutlu yarınlar” vurgusu ortaklaşıyor. Wacquant Amerika ve Fransa’nın siyasi otoriteler tarafından paylaşılan hedefler ve çizdikleri vizyona dair tarihsel bir anlatım yapıyor. “Başkan Lyndon B. Johnson 1964 yılında “Fakirliğe Karşı Savaş” açarken 1976 yılına gelindiğinde Amerika’nın yoksulluğu yok etmiş olacağını gururla duyurdu; böylece ülkenin iki yüzüncü yıl dönümü tarihteki ilk ‘bolluk toplumu’nu müjdeleyecekti. Aynı zamanlarda Fransa’da Jacques Chaban-Delmas’ın önderliğindeki egemen deGaullecü parti, “yeni topluma” dair aynı tozpembe renge sahip ufka göz kırpıyordu. Bu yaklaşım daha sonra cumhurbaşkanı Giscardd’Estaing tarafından “ileri liberal toplum” olarak parlatılacaktı. O hükümetin çalışma ve sosyal güvenlik bakanının ”zengin ülkelerde yoksulluğun hakkından gelinebileceğini” iddia eden kitabı çok satılmıştı. Sinfield’ın belirttiği gibi 70’ler boyunca Fransa’da yoksulluk tartışması yoktu. Bu meseleyle ilgili siyasi bir seferberlik bulunmadığı gibi bununla mücadele etmeye yönelik resmi bir siyaset de mevcut değildi.”

 

Eleştiriler-Öneriler

Bunların sebebi sözde sınıfaltı getto-banliyö mahalleleri değil, devletin sosyal, ekonomik becerilerinin kötürümleştirilmesidir.

 

İleri marjinallikle başa çıkmak için ulus devletlerin 3 ayaklı siyasi tercihinden bahseder. İlki; refah devletinin mevcut programlarını derlemeyi ve hayata geçirmeyi önermektedir. Yazara göre bu “kısa vadeli, parçalı bir tepkidir ve yetersizdir”. İkicisi; yoksulları içinde hapsedildikleri hem tecrit edilmiş ve yaftalanmış mahallelerde hem de hapishanelerde cezai işlemlere tabi tutarak yoksulluğu suç haline getirmektir. Bu politika ABD’de sosyal güvencesizleşmenin genelleşmesine tepki olarak ortaya çıkan isyanlara karşı verilen tepkide görebiliriz. Wacquant bunun “sefalet düzeninin kurumsallaşmasına yardım edeceği” düşüncesiyle bir çözüm teşkil etmeyeceğini söyler.

 

İleri marjinallikle savaşmayı hedefleyen kamu politikaları “ücretli istihdamın dar çeperinin ötesine ulaşmak ve “temel gelir” kavramının değişik çeşitleri aracılığıyla piyasanın himaye ettiği alanın dışında geçim sağlama hakkının kurumsallaştırılmasına doğru ol almak zorundadır.”

 

Dolayısıyla kentlerin aşağıdan kutuplaşmasını önleyecek bir 3. Yolun bulunması gerektiği, bunun da sosyal devletin kapsamlı bir şekilde yeniden yapılandırılması olduğunu ifade etmektedir. “Böylece sosyal devlet kendi yapısını, politikalarını belirlerken yeni ekonomik koşullara, aile yapısının dönüşümüne, cinsiyet ilişkilerinin yeni haline, ortak hayata katılmaya yönelik yeni toplumsal isteklere uyumlu davranmaya özen gösterecektir.” der.

 

Yurttaşlık maaşı (şartsız temel gelir), hayat boyu ücretsiz eğitim, sağlık, barınma, gibi temel kamu ihtiyaçları için “herkese eğitim güvencesinin kurumsallaştırılması” gibi yeniliklerin gerekli olduğunu ifade etmektedir. İleri marjinallik karşısında başarıya ulaşabilecek tek tepkinin bu olduğu inancındadır.

 

Sonuç

Wcquant’a göre hem iktidarın, hem akademisyenlerin hem de medyanın bu meseleyi ele alışı ve gerçeği inşa biçimleri, dolayısıyla konunun kamuoyunda algılanışı sorunludur. Ona göre “Batı Avrupa devletlerinin kendi kent çeperlerindeki postkolonyal göçmenlerin gettolaşmasından duydukları ahlaki panik haksız ve gereksizdir.”

 

“Yeni yüzyılın şafağında, ileri ülkelerin hizmetlerinin yetersizliği, yani neoliberalizme ihtida etmiş hakim sınıfların, durumu kötüleşen işçi sınıfında iktisadi zorlukların, toplumsal çözünmenin ve kültürel utancın toplumsal ve mekânsal birikimini ve ikili bir yapıya dönüşen metropolün etno-ırksal adacıklarını kontrol etme konusundaki inkarcı ya da suskun tavırlar, yurttaşlık konumuna göz korkutan bir meydan okuma oluşturacak kalıcı yabancılaşma ve kronik huzursuzluk vadediyor.”

 

Kent altproleterlerine layık görülen polis eylemleri ve cezai uygulamaların artmasının yaratıcısı, hem Birleşik Devletler’de hem de Avrupa Birliği’nde ileri marjinallik tarafından yaratılan toplumsal kötürümleşmedir. Bu yeni kent yoksulluğunun beslendiği mekanizmalara karşı geleneksel sosyal devlet mantığıyla müdahale edilmediği, aksine bunun o insanlar tarafından yaratılan bir suçmuş gibi cezai işlemlere tabi tutulması, tedavi edilmesi gereken hastalıkları ilerletmekten başka işe yaramayacaktır.

 

Loıc Wacquant, Kent Paryaları, İngilizceden çeviren Mehmet Doğan, Boğaziçi Üniversitesi Yayınları, İstanbul 2011, 357 ss.

Comments are closed.