Hakkı Acı: Yaşlılar hiç bahsetmiyorlardı bu konulardan eskiden, yasaklı konulardı bir yerde…
17:11 6 November 2013

Biz 4 arkadaş aslında sizin bugün yapmaya çalıştığınız çalışmanın bir benzerini 1971 – 1972 yılların yapmaya çalıştık. O zamanın kıt imkanlarıyla bir teyp satın aldık taksitle. Yaşlılardan sürgünü yaşamış olan çok insan vardı o zamanlar. Hepsinden ne yaşadıklarını dinleyip en azından kaydetmekti amacımız. Ama kime gittiysek konuşmadı hatta neredeyse tamamı “ başka konu mu bulamadınız konuşacak, bunları unutun artık” diye fırçada yemiştik. Herkes korkuyordu halen, çekiniyorlardı aradan yıllar geçmiş olmasına rağmen. Belki bu sürgün olayını yaşamış olanlar kendi aralarında konuşuyorlar sa bile bize yani o günün gençlerine bunları kesinlikle anlatmadılar.

Tabi aradan yıllar geçti. Benim hanımın anneannesi Üçpınarlı. Eşide Bath Kazım’ dı rahmetli. Bu Makbule Nine 1909 doğumlu 14 yaşında sürgüne gidiyor onun içinde bir çok şeyi hatırlıyordu. Kocası ise 18 yaşında gidiyor. Biz evlendikten sorna gidip geliyoruz ama oldukça resmiyiz adetler gereği tabi. Ben bir iki defa dedeye cesaret edip bu konuyu açtım konuşturmak için. Ama çok ters bir geri dönüş oldım daha doğrusu beni ciddi şekilde azarladı. “Başka konuşcak şey bulamadın mı bırak konuşcak anlatcak bişeyim yok” diye. Dede daha bilgiliydi nineye göre çünkü gençti sürgünde delikanlıydı yani. Dede sağlığında hiç bahsetmedi bizlere bu konudan ne zaman açmaya kalksak da dediğim gibi kapattı konuyu. Sonra 1986 yılında dede vefat etti. Nine ise yani eşimin anneannesi ise oldukça yaşlıydı ve köyde kalıyordu. Kışları ise bize Gönen’e kalmaya gelirdi. Bize gele gide ben yavaş yavaş bu konuları açmaya başladım. Çerkesce konuşuyoruz tabi buda onun hoşuna gidiyor. Zamanla sürgün hadisesini de anlatmaya başladı. İlk başlarda tabi yine çekinerek anlatıyordu etrafta kimsenin duymasından o yaşta bile çekiniyordu sanki. Ama zamanla içinde tutmanında acısıyla belki daha rahat anlatmaya detaylar vermeye de başladı.

Düşünün kaç sene geçmiş aradan ama kimseye anlatmamış. Hiç bahsedilmiyordu bu konulardan eskiden, yasaklı konulardı biryerde. Bizim ninede ölmeden önce anlattı ancak. Bir nevi unutmayı tercih etmişti herkes bu sürgünü. Benim şimdi size anlatmaya çalışacağım olaylar eşimin ananesi Mamkuyaph Makbule Hanım’ın bana anlattıkları olacak.

Makbule Hanım o zamanlar 14 yaşında yani 1923 ‘de. O zamanlar bu bölgede bir Çerkes düşmanlığı başlatılmış. Halk Çerkeslere karşı kışkırtılmış ve Çerkesleri artık tahrik etmeye başlamışlar. Hatta sürgünden önce bu bölgede Çerkeslere karşı bir imza kamopanyası da başlatılmış. “Biz bu eşikıya Çerkesleri istemiyoruz” diye. Ayrıca Çerkes köylerinden Gönen’ e alışveriş için falan gelen Çerkeslere laf atmaya falanda başlıyorlar, tahrik ediyorlar hakaret ediyorlar yani.

Neyse bir süre sonra yetkililer köye geliyor. “Sürgüne gideceksiniz hazırlanın” tam olarak söylenen bu başka elle tutulur bir detay yok. Bu haberden sonra Jandarma köyü çeviriyor, giriş çıkışlar tutuluyor. Her eve bir öküz arabası ayarlanıyor ve bu arabanın alabileceği eşyayı yanınıza alabileceksiniz deniyor. Bunun dışındaki eşyalarınızı mecburen satacaksınız. Öküzleriniz, Atlarınız hapsini satacaksınız deniyor. Ve bunun üzerine köyde bir nevi açık pazar kuruluyor. Bütün mallarını değerlerinin dörtte biri hatta beşte biri fiyatına satıyorlar mecburen. Ayrıca götüremeyecekleri ev eşyalarını da satıyorlar. Yalnız çok ilginçtir, bizim köydekiler sığırlarını satmıyorlar. Bizim köy sürgüne sığırlarıyla beraber çıkıyor. Bunun sebebini bilemiyoruz.

Eşyalarını götürecekleri öküz arabalarını devlet tahsis ediyor artık nereden buluyorlarsa. Konvoy bu şekilde Jandarma nezaretinde yola çıkıyor. Çocuklara birer sopa veriyorlar ve sığırları çocuklar konvoyun arkasından getiriyorlar. Bizim nine 14 yaşnda o zamanlar, tam sürgüne çıkış tarihini bilemiyor. Gönenden ilk yola çıkan köy bizimkisi yani Üçpınar köyü.

Konvoy Gönen’in içine girmeden yanından geçerek Edincik’ e varıyor. Bizim köyden köyün tamamı çıkıyor yola. Yani 55 hane 250 kişi. Çoluk çocuk, ihtiyar, yaşlı, genç, hasta hiç bir ayrım yapılmıyor. Edinciğin girişinde bir meydanda durduruyor konvoyu jandarma. Hayvanlarını salıyorlar orda bir meraya.

Jandarma burada bütün köyü gruplar halinde oturtuyor. İhtiyarlar, kadınlar, kızlar, çocuklar, genç delikanlılar diye ayırıp oturtuyorlar. İnsanlar bu şekilde ayrılmaları üzerine çok tedirgin oluyor. Nereye gittikleri söylenmiyor, neden gittikleri söylenmiyor. Bir mechule doğru zorla yola çıkartılmışlar ve Edincik’te ayrı ayrı oturtulmuşlar.

Burada kurşuna dizileceklerini düşünmüşler, artık bu iş bitti demişler. Yani öldürüleceklerine kesin gözüyle bakıyorlar o anda. Tamda bu gergin ortamda iki tane yaşlı Çerkes kadını çıkmış ortaya ve “ ne yaptık biz size, nereye götüreceksiniz, öldürecek misiniz, öldürün de bitsin bu çile” diye serzenişte bulunmuş. Onun üzerine Jandarma “merak etmeyin oturun oturduğunuz yerde” diye azarlamış ve ite kaka oturtmuş bu iki yaşlı kadını yerine. Erkekler arasında aslında çok itibarlı kişiler var. Saygın Thamadeler, hocalar, cengaver delikanlılar falan. Ama özellikle erkeklerden, Thamatelerden en ufak bir ses çıksa bayılıncaya kadar dipçikle dövüyorlarmış insanları.

Burada ayrı ayrı oturtulmuş şekilde beklerlerken Edincik tarafından düzgün kıyafetli bir adamın geldiğini görüyorlar. Gelen adam Jandarmalarla konuşuyor. Adam gittikten sonra bunları dağıtıyorlar yani birbirlerine karışmalarına müsaade ediyorlar. Bu şekilde birbirlerine kavuşunca biraz rahatlıyor tabi bütün köy. “Bizi heralde öldürmekten vazgeçtiler” diye düşünüyorlar.

Döndükten sonra öğreniyorlar ki bu uzaktan gelip Jandarmalar ile görüşen adam Edincik’de subaymış. Daha önce eşkiya çatışmasında bizim köyün yakınlarında vurulmuş. Köylü bu olayı haber aldığında bu adamı almış tedavisini yapmışlar, bir evde misafir etmişler. Hatta yaralı olan bu subayı sabaha kadar uyutmamak için düğün yapmışlar, devamlı meşkul etmişler. Çünkü uyursa ölme ihtimali varmış. Ertesi sabahta Gönen’ e götürüp teslim etmişler. Yaptıkları bu iyiliğe karşılık olarak subayda bizim köylülere bu şekilde yardımcı olmuş. Bu şekilde kısmi bir rahatlama oluyor insanlar içinde.

Bana bunları anlatan Makbule Nine, eğer o adam gelmeseydi bizi kesin kurşuna dizeceklerdi diyordu. Ölene kadar “o adam olmasaydı ölecektik” dedi durdu rahmetli bu konu açıldıkça.

Bir gün Edincik’te bu şekilde durduktan sonra Bandırma’ya yola çıkıp ulaşıyorlar. Bandırma’ da askeri kışlanın yanındaki meydanda konaklıyorlar. Bir akşam kalıyorlar orda da. Meydanda korumasız bir şekilde. Ertesi gün bütün hayvanlarıyla beraber tren istasyonuna gidiyorlar. Tren garının ordaki meydanlık mahşer yeri gibiydi diyordu nine. Çoluk çocuk ağlaşıyorlar. Kimisi seyretmek için gelmiş bu acıklı durumu, kimisi de diğer Çerkes köylerinden gelmiş görmek için tanıdıklarını. Nine anlatırken “hala o çığlık sesleri aklıma geldiğinde kulağımda çınlıyor” derdi. Hayvanlarla beraber hayvan vagonlarına yüklüyorlar insanları. Trenle önce Afyon’a gidiyorlar. Afyon’da heralde hazineye ait olan bir mera tahsis ediyorlar hayvanların otlaması için. Kendileri de açıkta bir meydanda kalıyorlar toplama kampında. Toplam 3 ay kalmışlar Afyon’da. Daha sonra bir emir geliyor. Hayvanları burdan ileri götüremessiniz acilen bunların satın diye. Herkes mecburen hayvalarını satıyor yok pahasına. 3 ay sonunda yine trene binip yola çıkıyorlar ve Konya’ya götürülüyorlar. “Diğer Çerkes köylerinin de arkadan getirildiğini duyuyorduk ama kimlerin geldiğini bilmiyorduk” diyordu Makbule Nine.

Konya’da trenden iniyorlar ve bir boş yere eşyalarını bırakıyorlar. “Bir yapmur yağıyordu ben öyle yapmur hayatımda görmedim” diyordu. Açıkta oldukları için ıslanmayan tarafları kalmamış hem üstleri başları hemde eşyaları sırıl sıklam olmuş.

Konya’dan Ulukışla’ya gidiyorlar. Orda çok kalmamışlar ama çok zahmet çekmişler.Tos toprak içinde bir yermiş Ulukışla’da kaldıkları yer. Oradan da Niğde’ye gidiyolar. Niğde’de boş bir meydanda toplam bir ay kaldıktan sonra Bor ilçesine gidiyorlar. Tabi bu şehirlerin hiç birinde şehre giremiyorlar. Hiç kimseyle görüşemiyorlar. Ama bizimkiler gitmeden önce gidecekleri yerlere haberleri gidiyormuş. “Çerkesler şöyle canavarlar, böyle eşkıyalar” falan diye. Tabi böyle olunca insanlar gelip toplama kamplarının yanlarında izlerlermiş bizimkileri. Öyle anlatıyordu nine. Kampta her namaz vakti yüksek bir yere çıkıp ezan okuyormuş birisi saf tutup namaz kılıyorlarmış falan. Görenler bir süre sonra zararsız insanlar olduklarına kanaat getirmişler. Az da olsa, yani Jandarmanın müsaade ettiği kadarıyla ilişki kurmaya da başlamışlar bizimkilerle.

Şevcenler ile Mamhuler Bor’da kalmışlar. Ama neden onların orda kalabildiklerini bilmiyoruz. Diğerleri yani Çetavlar, Natkholar, Hunetler, Açmujler, Natholar, Yekuaşler hepsi Malatya’ya gidiyorlar. Malatya’da köylere taksim ediyorlar bunları, dağıtıyorlar yani, toplu halde yaşatmıyorlar. Malatya’da toplam 1 yıl kalmışlar. Dam gibi yada boş bina gibi eski yerlere yerleştiriyorlar. Zaten üstlerini örtecek çadıra bile razılar o durumda. Yolda giderken her gün çok az tayin veriyorlarmış bunlara. Ama Malatya’ya yerleştikten sonra kesilmiş bu yardım. Orda yeme içme işini nasıl yaptılar bilmiyorum. Heralde köylülerin yardımıyla ayakta kalmışlardır.

1 yıl sonra hem Bor’da kalanlara hemde Malatyadakilere haber gönderiliyor, “af çıktı artık dönebilirsiniz” diye. Dönebilirsiniz deniyor ama nasıl dönecekleri bir muamma. Thamateler karar veriyor. Toplu halde dönmek imkansız olduğu için yol parasını temin ettiklerini parça parça gönderiyorlar Gönen’e. Önce bizim Nine ve Şevcenler’den bir kaç kişiyi gönderiyorlar. 1 ay içinde dönmeye başlıyorlar. İlk gelenler, yani bizim ninenin de içinde bulunduğu grup köye gidemiyorlar. Çünkü köye devlet Bulgaristan Göçmenlerini yerleştirmiş. Bizim nine mesela köye gidemediği için Balcı köyünde tanıdık birinin yanında kalmış. Daha sonra yani yaklaşık 1 ay kadar sonra gelenler çoğalınca bir araya gelip köye gidiyorlar. Orda yaşayan Pomaklar zorluk çıkarmadan gidiyorlar köyden. Ve bizimkiler yavaş yavaş yerleşiyorlar. Ama binalar harap olmuş tabi. Bir çok ev dam olarak kullanışmış. Herşeyi sıfırdan kurmaya çalışıyorlar. Ne hayvanları ne paraları var ilk geldiklerinde. Mesela Hatko’lar 6 ay sonra gelebiliyor. Kalabalık bir aileydi onlar, heralde para temin edemediler. Malatya’dan köye kadar 6 ay boyunca yürüyerek geliyorlar. Natholardan bir yaşlı kadın “ayakkabım eskimesin köyümde giyerim diye elimde taşıdım yalınayak geldim” diye anlatırmış köyde.

Sonuç olarak sağ kalan herkes dönmüş bizim köyden. Toplam 45 kişi yollarda yada kaldıkları yerlerde ölmüş. Bir tek Çetavlardan bir kız orda kalmış.Malatya’nın zenginlerinden biri bu kızı istemiş, ama vermemiş tabi ailesi. Dönüş yolunda Sivas’a uğruyor bizimkiler. Bu Malatyalı adamda takip ettiriyor bunları oraya kadar. Sivastayken kaçırıyorlar kızı. Çok güzel bir kızmış. Tabi bizimkiler peşinden gidemiyorlarda o şartlarda. Uzun süre bu kadınla irtibat kesiliyor. Belli bir süre sonra nasıl oluyorsa irtibat sağlanıyor. Malatya’ya kaçırılan bu kızın burda babası ölüyor. Annesi kız kardeşi ve oğlan kardeşi var o zaman burda. Bunları o kadın Malatya’ya götürüyor. Durumu çok iyiymiş tabi orda bakıyorlar bunlara. Oğlan kardeşini orda Kilis’ten bir kız ile evlendiriyor bu kadın. 5 – 6 sene orda kalıyorlar ama duramıyorlar ve geri köye geliyorlar. O Kilis’li olan kadın halen sağ.

Bizim köyden bu sürgüne giden toplam 250 kişiden 45 – 50 kişi ölüyor. 200 kişi kadar geri gelebiliyor. Bu 45 kişi yani yollarda ölenlerin hepsi yollarda gömülmüşler. Bir taş dibi yada yol kenarı gibi yerlerde gömülmüş hepsi.

Yorumlar (8)
  1. Nihal Dalkılıç Eser on said:

    yıllardır bu sürgünün neden, nasıl olduğu ile ilgili bir çok şeyi merak eder ve yeterli bilgi bulamazdım,bu çalışmanız gerçekten çok yararlı oldu,gün ışığına çıkmasında emeğe geçenlere teşekkürler

    • bülent çetaw on said:

      Emeğine, yüreğine sağlık. tarihe not düşülmüş oldu. Susanlar, duymayanlar, sevinenler, üzülenler dost düşman herkes bilsin. Bu hikayeyi dinlemek çok ağır geldi. Yaşamak kim bilir nasıl ?! Bu mezalimi yaşatanlar empati yapmalılar.

  2. Levent ŞEWCEN on said:

    Bu grubun Konya’da kaldığı günlerde herkesin bir araya toplanıp etrafının da askerler tarafından dikenli telle çevrilip bu şekilde günlerce kaldıklarını biliyorum. Konya halkından bazı kendini bilmez kişilerinde adığe kızlarımıza sarkıntılık etmiş ve kaçırmak istemişlerdir.Diğer dedem rahmetli Bidanuko Mahmut o dönemde Konyada askerlik yapmaktadır ve adığabze bildiği için görev icabı bu gruba konyada eşlik etmektedir.sorun çıkaran kızlarımıza sarkıntılık yapan bazı konya halkına gereken cevabı en sert şekilde vermiştir…

  3. Mevlut Atalay on said:

    Bu tür çalışmalar bizim geçmişimize ışık tutmakla kalmayacak, gelecek için de yol gösterecek. Eline, yüreğine sağlık Hakkı. Selamlar.

  4. Rafet Dzıbe on said:

    Paylaşım çok güzel olmuş. Hem geçmişte yaşayan büyüklerimizden de boş durmayıp kendi milleti için çalışanları görmek beni mutlu etti. Hem de o sürgünü yaşayanların neler yaşadıkları hep merak konusu olmuştur. Çok aydınlatıcı bilgiler içeriyor. Teşekkür ederim kendi adıma.
    Şhağusenin anneannesi Wubıx, Berzeg idi, Mürvetler köyünden idi. O köyde sürgün olmuş. Ama anneanne çok küçükmüş 4-5 yaşlarında imiş. onun hatırladıkları bu kadar ayrıntılı değildi. Malatya’ya kadar gidildiğini hatırlayabiliyordu rahmetlik.

  5. Saffet Çiftçi on said:

    Evet, 1959 yılında Orta okula gittiğimizde, bazı öğretmenler sorduğunda 56 kişilik sınıfta 19 Abaza ve çerkes olmasına rağmen sadece ben ve iki arkadaş Abaza olduğumuzu söyledik. Meğerse ayıpmış bunu söylemek diye de dikkatimiz çekilmiş ti. Bir de İlkokulda bizlerden önceki sınıflar da, Türkçe konuş kampanyası ile öğrenciler görevlendirilirdi. Abaza ve Çerkes olarak şunu bilmeliyiz ki, büyük bir çoğunluğumuzun ataları, soykırım ve sürgün sonucu bu topraklara geldiler, bizler de onların torunları olarak burada diasporada, misafir veya göçmen olarak bulunuyoruz. Suriye’deki soydaşlarımızın başına gelenleri düşünerek Anavatanımızın Kuzey Kafkasya olduğu unutulmamalıdır. Yazınız bize ilham verdi, Teşekkürler.

  6. Ergün Özgür on said:

    Emeğinize sağlık güzel bir derleme olmuş, oldukça aydınlatıcı. Umarım başkalarının derlenmesine önayak olur…