Hasan Tekin: Hayvan vagonlarına insanları balık istifi yerleştirmişler…
17:11 6 November 2013

Dereköy bir Ubıh köyü. Köyün kurucuları Pşakha Sülalesinden Pşakha Hasan ve Pşakha Hüseyin. Bizim köyün yani Dereköy’ ün sürgünde yaşadıklarını babam üzerinden birebir anlatmaya çalışacağım.

Yıl 1923 ay olarak tam sürgün tarihini bilemiyorum. Babamlar 4 kardeşler. İki ablası birde ağabeyi var. Köyde normal yaşamlarını sürerken günün birinde köye jandarma geliyor ve bir tebligatta bulunuyor. Tebligatta, sizin köyünüz şu tarihte bu köyden kalkıp gidecek deniyor. Her aileye, her eve bir öküz arabası tahsis edilecek, o arabaya sığacak eşyalarınızı alacaksınız ve burayı terk edeceksiniz yazıyor sadece tebligatta. Öküz arabasına ne sığar ki kap kacak, üst baş, eşya ne alırsa artık.

Tabi bu acı haberle birlikte köye bir kasvet çöküyor. Babam o zamanlar 10 yaşlarında. Annesi Pşakha, babası Zeko olan bir çocuk. Ablalarından bir tanesi Biga’ da evli. Köyde yaşamadığı için bu sürgünden muaf oluyor. Diğer büyük ablası ise köyde ancak onun kocası Manyas Değirmenboğaz köyünden. Milli mücadele yıllarında ablasının eşi, yani benimde eniştem İlyas, Değirmenboğaz köyünde muhtarmış. Aksakal civarında kurtuluş savaşına katılan birliklerden bir tanesine köyden ekmek, çarık, hayvan koşumu ne bulduysa bir at arabasına doldurup yardım amaçlı teslim ediyor. Birliğin komutanı bizim İlyas enişteye, yani halamın kocasına ilerde sana lazım olur diye bir kağıt parçası veriyor. Herhalde Değirmenboğaz muhtarı İlyas, ordumuz, birliğimiz için yardımda bulundu minvalinde bir şeyler yazıyor belgede. Enişte bunu kaybetmiyor. Halamla evlendikten sonra İlyas enişte bizim köye yerleşiyor. Sürgün esnasında o belgeyi gösterince sürgünden muaf tutuyorlar eniştem ile halamı.

Babam, annesi,abisi ve sadece Çerkesce konuşabilen hiç Türkçe bilmeyen anneannesi sürgüne gönderiliyorlar. Abisi 18, babam 10 yaşlarında o zamanlar. Köyün halini de anlatmak lazım burada. Köylü mecburen gidecek sürgüne, bir çaresi yok ama nereye gideceklerini bilmiyorlar, neden gittiklerini bilmiyorlar, gittikleri yerde neyle karşılaşacaklarını da bilmiyorlar. Onlara sadece 1 öküz arabasına sığacak eşyanızı alacaksınız ve Bandırma’ ya doğru yola çıkacaksınız deniyor. Tabi köyde büyük bir hüzün var, herkes ağlıyor, sızlıyor. Babamda küçük yaşında anlamlandıramadığı bu olaylardan etkileniyor tabi.

Öküz arabasına sığdıramadıkları için götüremeyecekleri şeyleri ne yapacakları sorunu ortaya çıkıyor. Komşu köylerde ahbabı, eşi, dostu olanlar özellikle hayvanlarını onlara teslim ediyorlar. Ne olacakları belli olmadığı için, bir ümit dönersek gelir alırım gelemessem senin olsun gibi. Yada benim tarlamı sen kullan şeklinde. Tabi götüremedikleri eşyalar da var. Bunları mecburen satacaklar. Köy bir pazar yerine dönüyor. Yok parasına eşyalarını satıyorlar. Mesela 15 gün önce 20 kiraya aldıkları bir masayı o gün 2 liraya satabiliyorlar. Çevre köylerden, Gönen’ den, Sarıköy’ den insanlar geliyor ve bu eşyaları yok pahasına alıyorlar. Bir kısmı da hiç para vermeden bizimkilerin eşyalarını Jandarma kontrolünde yağmalıyor.

Gitme zamanı geldiğinde çevre köylerden devlet tarafından kiralanan öküz arabaları getiriliyor. Her hanenin önünde birer öküz arabası. Herkes ağlaya sızlaya eşyalarını arabalara dolduruyor.

O zamanlar bizim köyden Bandırma’ ya gidiş güzergahı, Dereköy, Sarıköy, Ayvalıdere, Körpeağaç vs. diye ilerliyor. Yani şimdiki yoldan çok farklı bir güzergah var o zaman. Bizim köy ile Sarıköy arası 4 km. Yol güzergahında bulunan Sarıköy’ ün tam ortasından geçiyor yol. Yaklaşık 1,5 km yerleşim yerinden geçmek zorundasınız yani gidebilmek için.

Bizim köylüler Sarıköy’e ulaştıklarında bütün Sarıköy’ün yollarda kendilerini izlediğini görüyorlar. Sarıköylüler bizimkiler köyden geçerken onlarla alay etmeye başlamışlar. Thamateler bu durum karşısında öküz arabalarını durdurup emir vermişler, “herkes en güzel kıyafetlerini giysin gençlerde düğün yapmaya başlasın” diye. Sarıköy’ ü bu şekilde içleri kan ağlasa da aciz gözükmemek için düğün yaparak geçmiş bütün köy.

Sarıköy’ den sonra Bandırma’ya varmaları tam 3 gün sürüyor. Atlı Jandarmalar var her yanlarında tabiri caizse kuş uçurtmuyorlar yol boyunca. Tutuklu yada esir götürür gibi götürüyorlar.

Bandırmaya vardıklarında Muratlar gibi başka Çerkes köyleri de var orada yola çıkartılmış olan. Bandırma kırı denen yere geldiklerinde Jandarma her köye belli bir yer veriyor. Siz burada konaklayacaksınız diyorlar. Konaklayacaksınız diyorlar ama ne bir baraka var ne de üstlerini örtecekleri bir eşya. Resmen açıkta bekliyorlar o kadar zaman. Bildiğiniz açık toplama kampı yani. Tam bilemiyorum ama sanırım yaklaşık 10 – 15 gün sürülen diğer köylerinde kamp yerine varmasını bekliyorlar. Daha sonra bu insanların hepsini trenlere dolduruyorlar. Tren dediğimde böyle pulmanı, koltuğu olan bir tren değil. Bildiğiniz hayvan vagonları. Hayvan vagonlarına insanları balık istifi yerleştiriyorlar ve yola çıkarıyorlar. Tren belli yerlerde duruyor tabi. Babam, durdukları yerlerde kadınların çarşaflardan bir halka oluşturup ortasında sırayla tuvalet ihtiyaçlarını giderdiklerinden hüzünlenerek bahsediyordu. Bu şekilde ser sefil bir halde Konya’ ya ulaşıyorlar. Konya’ da yine bir toplama kampı oluşturuluyor. O arada Kafkasya’ dan sürgün esnasında Konya’ ya yerleşmiş olan Çerkesler duyuyor tabi bizimkilerin geldiğini. Pşakha sülalesinden birileri de Konya’ya yerleşenler arasındaymış. Ekonomik olarak da iyi durumdaymış Pşakha sülalesinden olup Konya’ ya yerleşenler. Bizimkileri gelip kampta bulmuşlar. Bu arada kamptan çıkıp şehre gitmek falan da yasak tabi. Babamın ananesiyle Kafkasya’ dan da tanışıyorlar. Bu acıklı sürgün hikayesi aslında ikiye ayrılmış bir sülaleyi kısa süreli de olsa birleştiriyor, hasret gideriyorlar. Konya’ daki Pşakhalar bizimkilere, “biz devlet mercileri ile görüşeceğiz sizi yanımıza alacağız” diyorlar. Bizimkilerin içine bu şekilde su serpiliyor, bir ümit… Tam o arada tekrar trenlere doldurulup yola çıkartıyorlar herkesi, bizimkilerin ümitleri de bu şekilde suya düşüyor.

Konya’ dan sonra amcam trenden atlıyor ve kaçıyor. Konya’ daki akrabaları bulup onların yanında bir kaç ay kaçak olarak kalıyor. Ardından da bir şekilde Gönen’ e köye gelebiliyor. Buralarda da bir süre kaçak yaşıyor.

Konya’ dan sonra babamın bildiği ikinci durak Nevşehir ve ardından da Kayseri. Kayseri’ ye gittiklerinden bunlara bir göz oda bulunuyor. Hepsi dağıtılıyor tabi bir arada yerleştirilmiyor. Bu arada kış da bastırıyor. Babam çok bilmiyor orasını ama etraftan birileri bir şeyler veriyordur muhtemelen yardım olarak.

Babamın buradan gizli kapaklı götürdüğü bir baltası varmış. Bunların yerleştiği yerin karşısında da bir kayısı bahçesi. Kara kış da bastırmış hepsi üşüyor. Babam baltasıyla karşıdaki kayısı bahçesine giriyor. Kayısının bir dalını kesip yakmak amacı. Tabi çocuk aklıyla yapıyor bunu, sonuçta yaş ağaç zaten yanmaz. Birkaç dönümlük bir kayısı bahçesiymiş burası içinde de bir ev varmış. Babamın balta sesini duyan ev sahibi çıkıp kapıdan bağırdıkça babam kaçıyor sonra tekrar girip kesmeye devam ediyor. Bir kaç denemesinden sonra tabi yakalanmış babam adama. Babam daha çocuk tabi başlıyor ağlamaya, per perişan halde. Adam neden yaptığını sorunca anlatmış bütün hikayeyi ve evdekilerin üşüdüğünden bahsetmiş. Adam bunu alıp eve götürüyor. Adam Ermeniymiş bu arada. 3 tane kızı varmış. Adam babamı yedirip içirmiş, ısıtmış, hatta kızının şalvarlarından giydirmiş babama. Bu adam bütün hikayeyi detaylarıyla dinlemiş babamdan ve babamı teselli etmeye çalışmış. Babam iyice kendisine geldikten sonra adam kızlarıyla bizimkilerin evlerine de odun göndermiş. Babama ayrıca “ sen eğer Çerkessen atlardan anlarsın, benim atlarıma bakıp benim seyisim olur musun diye” de bir teklifte bulunuyor. Babam tabi bunu kabul ediyor. Ondan sonra her gün babam gidip adamın atlarına bakıyor, tımarlıyor, gezdiriyor falan. Yevmiye olarak sanırım 1,5 kuruş veriyor adam babama yaptığı iş karşılığında.

Her gün iş çıkışı babam fırına gidiyormuş ama hemen ekmek almıyor yeni çıkan ekmekleri bekliyor. Çünkü eve gidene kadar sıcak ekmekleri vucuduna serip götürüyor ısınmak için, öylesi bir yokluk yani yaşadıkları. Bütün kış bu şekilde devam ediyor yaşamları. Yaz yaklaştıkça babamın kazandığı para ile bizimkiler biraz bellerini doğrultuyorlar sanırım.

Babamların oturduğu evin önünden fötr şapkalı bir adam geçiyormuş hergün. Babamın tahminine göre bir devlet dairesinde çalışan memur bu adam. Babamın yanında çalıştığı, daha doğrusu bizimkilere yardım eden Ermeni adam bu bahsettiğim fötrlü memur ile konuşuyor. Babam onun konuştuğunu söylerdi çünkü kendileriyle ilgilenen başka kimse yokmuş. Bu adam bir gün geliyor ve babama tercümanlık yapmasını ve annesiyle konuşturmasını istiyor. Babam da kabul ediyor ve annesiyle görüştürüyor. Adam babaanneme, neden buraya geldiklerini, devlete isyan mı ettiklerini falan soruyor. Babaannem de bunların hiç birini kabul etmiyor tabi. Hatta babamı göstererek diyor ki “bu çocuk babasını hiç bilmez çünkü babası Çanakkale ‘de kaldı”. Ayrıca aileden kayın pederinin, kendi abisinin falanda savaşlarda şehit olduğunu söylüyor. Adam bunun üzerine “Gönen’e sorulsa sizin temiz bir geçmişiniz olduğuna dair bir cevap gelir mi” diyor babaanneme. Oda “gelmesi lazım çünkü biz hiç bir suça karışmadık” diye cevaplıyor. Ve adam bu konuşmadan sonra gidiyor.

Bu olaydan aylar sonra aynı adam tekrar geliyor. Meğer adam Gönen askerlik şubesine bir yazı yazmış ve bizimkilerin durumunu anlatmış. Suçları yoksa geri dönmeleri için başvuruyor yani bir nevi. Şubeden gelen yanıtta bizimkilerin ailesinden 11 kişinin savaşlarda şehit olduğuyla ilgili bir bilgi de varmış. Bu bilgiler ışığında o adam ne yaptıysa artık bizimkilere gidebilirsiniz deniyor. Yani Gönen’e dönmeleri için izin çıkıyor. İzin çıkıyor ama ne geri dönecek paraları ne de güçleri var.

Bunların durumuyla ilgilenen ve babamın memur olduğunu zannettiği bu adam onlara bir konuda daha hayati bir yardımda bulunuyor. Belediyeden belediye’ye ulaştırılmaları için resmi bir evrak veriyor ellerine. Bu belge ile gittikleri her yerde belediyeye gidiyorlar önce ve bu belgeyi gösteriyorlar. Bu belge ile onların karınları o belediyede doyuruluyor ve kalacaklarsa kalmaları sağlanıyor. Ardından da yol üzerindeki diğer belediyeye kadar ulaştırıyor. Bu şekilde belediyeden belediyeye ulaştırılarak geri geliyorlar. Tabi bu yolculukları bazen yürüyerek bazen at veya öküz arabasıyla oluyor. Bu arada her gittikleri belediyede farklı muamele görüyorlar tabi ki. Babamın bu konuda her belediyede ayrı bir anısı vardı ama şimdi ben bir çoğunu hatırlamıyorum. Mesela bazı yerlerde çok insani davranıyorlar. Birçok yerde belediye başkanı hallerine üzülüyor yardımcı oluyor hatta bizimkileri teskin etmeye, teselli etmeye çalışan yetkililer bile oluyormuş. Ama bazı yerlerde de çok kötü muamelelerle karşılaşmışlar. Mesela kambur bir belediye başkanından bahsediyordu babam. Bu adam anneme etmedik hakareti bırakmamış. Siz vatan hainlerisiniz sizi asmak lazım. Sizi asmayıp bizim başımıza bela ediyorlar diye bir sürü hakaretler etmiş.

Sonuç olarak Kayseri’ den buraya yani Gönen’ e kadar bu şekilde farklı muamelelere muhatap olarak aşama aşama geliyorlar. Yolculukları yaklaşık iki buçuk ay sürüyor. Kısa bir süresi Nevşehir’de geri kalanı Kayseri’de olmak üzere sürgünleri yaklaşık iki buçuk sene sürmüş bizim ailenin. Dereköy’ den ilk dönende bizimkiler. Bizimkiler geldikten bir süre sonra sanırım af çıkıyor ve sürgün kararı kaldırılıyor. Çünkü babam biz geldikten bir süre sonra azar azar bizim köyden diğerleri de gelmeye başladılar demişti. Bizim köyden gidenlerden bir veya iki kişi sürgünde ölmüş, diğerlerinin neredeyse tamamı dönebilmiş.

Tabi döndüklerinde de ayrı bir trajedi yaşıyorlar. Çünkü evlerine Pomaklar yerleştirilmiş. Mesela bizim iki katlı evde alt katta Pomaklar yatıyor üst katta keçiler yatıyor. Zamanla kendi evlerini barklarını alabiliyorlar bir şekilde. Ama tabi hayvanlar eşyalar falan hepsi gitmiş. Sıfırdan hayatı yeniden inşaa etmek zorunda kalıyorlar. Bu arada köyde özgür bir ortam da yok. Yani mesela muhtarı kendisi seçemiyor köylü, kaymakam köy dışından birisini atıyor köy muhtarı olarak. Bunun yanında Çerkesce konuşmak yasak. Pşıne çalmaya kalksalar hemen jandarma gelip pşineyi kırıp “Rusya’ mı burası bunu çalmayacaksınız artık” diye müdahale ediyormuş. Uzun yıllar geçiyor böyle yaklaşık 1935 ‘lere kadar sürüyor bu sert uygulamalar.

Sürgünden sonra her Çerkes köyüne muhacirler yerleştiriliyor. Yani köyler zaman içinde bilinçli olarak karıştırılıyor.

Yorumlar (1)
  1. Nail BİŞAK on said:

    Değerli Büyüğüm Hasan TEKİN’ e sonsuz teşekkürler.