Guaze’de “Kölelik”
12:30 1 October 2014

 Guaze Dergisi, Çerkes Teavün Cemiyeti tarafından 1911 yılında çıkarılmaya başlanmış olan süreli bir yayın.  Bir çok konuyu ele aldığı gibi dergi çeşitli sayılarında “Kölelik” meselesini de ele almış. Çerkes Teavün Cemiyeti’nin Köleliğin kaldırılması için yaptığı çalışmaların anlatıldığı “Kölelik Eleyhinde” başlıklı yazı dizisinin yanında A.Lahaşouk’un dergiye Pınarbaşı’ndan gönderdiği mektup ve Çerkes Kadınları Teavün Cemiyeti Başkanı Hayriye Melek Hunç’un konuya ilişkin makalesini de sizler için derledik.

GUAZE

SAYI 1

02 Nisan 1911

 

KÖLELİK ALEYHİNDE 1

Çerkes toplumunda kölelik sınıfı, Kafkasya ve burada azınlık oluşturan bir guruptan ibarettir.

Bununla birlikte bunun önemli bir sorun olduğunun bilincindeyiz. Önemi, bu gurubun sayısının çokluğundan değil, diğer kötülüklerde olduğu gibi niteliğinden kaynaklanmaktadır.

Gerçekten de kölenin hayatı, insani bir özellik taşımamaktadır. Kölelik başlı başına bir ızdıraptır. Kölelik dünyanın düzeni içerisinde o düzenle uyuşmayan büyük bir yanlışlıktır. Bir insanlık dışı uygulamanın sonucudur.

Bunun için bu çirkin olgu, insaf ve izan sahibi her insanın karşı çıkmasını gerektirmektedir.

Osmanlı devrimlerinin sonucu olarak Anayasa ulusa birçok hakkını verdi. Böylece Osmanlı halkının üzerindeki zillet, aşağılanma ve tutsaklık utancı, anayasanın ilanıyla yerini özgürlüğün sevincine bıraktı. O zaman aydın sınıfı içinden bazılarımız, anayasanın köleliğide kayıtsız şartsız kaldıracağını zannetiler. Diğer bazı düşünürler de aksine Çerkes toplumundaki kölelik olgusunun, ancak kendi geleneksel yasalarına bağlı olarak yeni anayasanın sağladığı amaçların değerlendirilmesinden sonra kalkabileceğini kabul ederler ki gerçeğe uygun olan da bu görüştür.

İnsan haklarını daha doğru değerlendiren kişiler, kölelik ve cariyelik denilen insanlık dışı olguyu etkisizleştirmek için, her gün davalarını ve eylemlerini destekleyecek başka araçlara yönelmekte idiler.

Hele bu anayasanın ilanından sonra her ulusa mensup bir sürü genç kadının “çerkes cariyeler” adıyla saraydan ayrılması, konuyu öyle dayanılmaz bir duruma getirdi ki” Çerkes Teavün”(Çerkes Yardımlaşma) Cemiyeti bu gelişmelere el koymayı kendisi için en önemli görev saydı.

1 – Çerkeslerde köle sınıfının makul bir bedel karşılığında doğru yazışma yöntemlerine bağlı olarak özgürleştirilmesi.

2 – Yazışma bedelinin devlet hazinesinden karşılanması.

3 – Bu durumda köle ve cariye kalmayacağı için alınma ve satılmalarının yasaklanmasını sağlamak bakımından; Bir yasa çıkartılması ve acilen uygulanmaya konulması istemiyle ”Meclis-i Mebusan”(yüce meclise başvurulması kararlaştırdı ve bunun gereğini yaptı.

Yüce Meclis ilk oturumda bu görevi hükümetin sorumluluğuna bırakmakla yetindi…

Hükümet te çevreden diğer başvuruların devamı nedeniyle “Şuray-ı Devlet”(Danıştay) düzenleme dairesinden bir kararname gelmesini sağladı… Ve bu kararname mecliste okunup gereğince işlem yapılabilmesi için Padişahın iradesini de içerecek bir duruma getirilebilmesi bakımından Şeyh’ülislamlık makamına H.1327–1911 tarihli başbakanlık yazısı sunuldu.

Bahse konu yazıda:”Osmanlı ülkesinde esirlik ve kölelik kanunlarla yasaklanmış ve bu yasaklık anayasa ile güçlendirilmiş, kölelik ruhsatının varlığı, yöntemleri ve koşullarının bir yönetmeliğe bağlı olduğu halde kölelikten kurtulan Çerkeslerin halen alınıp satılabilmeleri doğru olmadığından Çerkes ve diğer uluslardan köle ve cariyelerin de zenci köleler gibi alınıp satılmalarının bir belgeyle engellenmesi, sahipleri tarafından özgürlüğü engellenenler varsa bir yasal özgürlük istem belgesi sağlanarak esirliklerinin kaldırılması ve bu durumlarının güçlendirilmesiyle tutsaklıklarına meydan verilmemesi hususuna onurlu ve yüksek iradeye bağlı bulunarak dikkat edilmesine ve bu durumun Adalet ve İçişleri Bakanlıklarına da bildirilmesine karar verildi ve bu durum ilgili makama tebliğ edildi.”

İşte Çerkes cemiyetinden yapılan başvuru böyle sonuç vermişti. Şimdi bun üzülerek itiraf edeceğiz ki cemiyetimiz sesini ve istemini hükümete gereğince duyurabildiğinden de şüphelidir. Ses duyurmak şöyle dursun hükümetin kölelik ve cariyelik denilen bu ızdırap kaynağının kurutulması konusuna yönelmek hususunda nasıl bir düşünceye sahip olduğunu da layıkıyla bilmemekteyiz. Aksine hayretle gelişmelerin sonucunu beklemekteyiz.

Bu kapalılığı giderme çabasında bulunan herhangi bir insana hayret ederiz…

Çünkü herkes Osmanlı hükümetinde köleliğin kanunlarla yasaklandığını ve bu durumun Anayasa ile doğrulandığını bilir. Ve herkes bir belge düzenleyerek bir insanın özgürlüğünün elinden alınamayacağını da bilir… Ancak ne çare ki hükümet kendi hazırladığı bu Anayasa nın gereğini yerine getirmek ve köle sahiplerinin anlamsız ve insafsız itirazlarını etkisizleştirmek konusunda gerekli iradeyi ortaya koyamamaktadır.

Gerçi özgür bir ülkede her halktan kesinlikle özgür olan bir birey aleyhinde açılacak olan boyun eğme davasıyla birlikte… (mahkemeye getirilmesi ve hakkında hüküm verilmesi…) yargılama sonunda özgürlüğünü kazanmasını gerektirecek bir değerlendirmeden sonra, o insanın hürriyetine kavuşması çok doğaldır.Ancak toplum,hükümetin özellikle kişisel özgürlükler hususunda biraz daha açık ve net tavır almasını arzulamaktadır.

Bizce arzulanan sonuç, hüküm verildikten sonra yapılan uygulamadır. Mahkemenin özgürlüğü gerektirecek bir karar verdiğini düşünelim… Sonra acaba ne yapılacak? Hükümet mahkeme kararına uygun bir davranışta bulunmadı… Varsayalım ki Aziziye (Pınarbaşı) Şer’i mahkemesi, bir kişinin köleliğinin kaldırılması doğrultusunda hüküm verse şimdi o kişi tam anlamıyla özgür sayılacak mı? Asıl üstünde durulması gereken nokta budur.

Çerkesler gerçekten şu üç durumun birinin bile dışında değildirler… Yani herhangi bir Çerkes ya aslında özgürdür ya köledir ya da özgürlüğü tartışmalı bir konumdadır.

Özgür insanları konumuzun dışında tutuyoruz… Asıl inceleme konumuz ikinci ve üçüncü durumda olanlardır. Köleliği kesinleşmiş olanlardan başka durumu tartışmalı olanları bir yasal yol aramaya yöneltelim. Yargılama sonunda köle olduklarına karar verilmiş olsun. Ancak hükümetin yeni Anayasa ile açılım getirdiği “Her yurttaş yasalar önünde eşit olduğu ve köleliğin kaldırıldığı”na dair sağladığı özgürlük ortamından bu insan yararlanabilir mi? Yararlanamaz, çünkü uygulamada bu insanların sözüm ona efendisi konumunda olanlar halen böyle bir uygulamanın önlenmesi için yönetim üzerinde baskı uygulamaktadırlar.

Kölelik aleyhinde düşüncelerini ortaya görenlere göre bu türlü uygulama da bir nevi köleliktir… Toplum, hakkındaki kölelik hükmü mahkemece kaldırılmış kadın ve erkekleri, halen eski durumları ile yargılamakta ve değerlendirmektedir. Cemiyetimiz (Çerkes Teavün Cemiyeti) bu konuda karşılıklı yazışma yönteminin benimsenmesini arzulamaktadır.

Buna karşı uygulamanın seyri bize şunu gösteriyor ki, sözkonusu değerlendirme, ancak haklarındaki karar kaldırılıp, köle olmadıkları belirlenen insanların, yeniden köle olarak tanımlanmalarını önleyecek bir resmi açıklamayla özgürlüklerine kavuşmasını sağlar. Bu nedenle cemiyetimizin dilediği özgürlük ortamı henüz tam anlamıyla oluşmamıştır. Hükümet gerçekten köle olanlarla sonradan yargı kararıyla özgürlüğünü kaybedenler arasında bir ayrım yapmamış, ikinci durumda olanların konumunu açıklığa kavuşturmamıştır.

Şimdi şöyle biraz daha düşününce anlıyoruz ki, ne Anayasanın halka verdiği, ne de insan haklarının gereği olarak var olan özgürlüklere karşın, isteklerimizin yerine getirilmesi konusunda bir anlayış gösterilmemiştir.

Acaba cemiyet bu konuda biraz aşırı davranışlar içerisine girdi de, hükümet şartların gereği olarak daha mı temkinli davranıyor?

Bizde ve her toplumda kölelik, sonradan köleleştirme biçiminde ortaya çıkmıştır. Sonradan köleleştirme olmadan köle olgusu ortaya çıkamazdı… Köleleştirmeyi doğal bulan süreç bir takım şartlara ve yöntemlere bağlı olarak gelişir. Ancak bunlar Kafkasya da hiç gerçekleşmemiştir. Demek ki dayanak yapacağımızı zannettiğimiz çevrede bir çoraklık baş gösteriyor. Gerçek ortadan kalkınca ona ulaşmamızı sağlayan nedenlerinde bir değeri olmaz.

Varsayalım ki köleliği doğuran süreç ortaya çıkmıştır. İdeal ve insani olan bu ahlaksızlığı sürdürmek değil, ortadan kaldırmaktır. Bu hususta hüküm verme komunda olan bile, manevi ödülünü düşünerek köleye özgürlüğünü vermek için en uygun, en iyimser ve insani nedenlere yönelmelidir. Günümüzde artık bu ahlaksız kurumun tamamen kaldırılmasıyla birlikte adından bahsedilmesi bile çok çirkindir.

Hükümetimiz ve Âyân(senato) ve Millet Meclisimiz bu husustaki önemli güvencelerimizdir. Hükümetimiz ve Meclislerimiz ulus un bireylerinden bir tek kişinin bile, onuruna uygun olmayan aşağılık bir davranış ve saldırıya uğramasına kesinlikle izin vermez ve haklarını korur, bunları sağlamak için yasalar çıkarır.

Akla, dine, yasalara, uygarlığa ve insanlığın evrensel değerlerine uygun olarak defalarca tekrarladığımız ricamızı bir kişinin değil, bir ulusun, bir halkın ricasını kabullenmekte bir sakınca olduğunu zannetmiyoruz. Milletvekilleri, köleler hakkındaki dini hükümlere ters düşecek bir yasa çıkarsın demiyoruz. Ancak karşılıklı yazışma yöntemi uygulanmasını istiyoruz.

Yazışma yönteminin köleliği kaldıracak yegane doğru yöntem olduğuna inanıyoruz. Bugün kölelik ve cariyelik kurumunun oluşturduğu bozguncu ortamın varlığı inkâr edilemez. Görevini bilen ve gereğini eksiksiz yerine getiren her hangi bir toplumun bizim düşüncemizi kabul edeceğini zannediyorum. Sahipleri tarafından makul bir bedel karşılığında yazışma ortamının sağlanmasıyla ilgili bir yasa çıkartılması toplumsal barış ve esenliği sağlayacaktır.

 

******************************************************* 

GUAZE

SAYI 2

10 Nisan 1911

 

KÖLELİK ALEYHİNDE 2

Osmanlı ülkesinde bugün halen köleliğin en yaygın olduğu yöre Sivas ilinin Aziziye (Pınarbaşı) kazası çevresidir… Bu yörede kölelik kurumu özel bir durum arzediyordu. Dolayısıyla toplumsal bir buhrana, karışıklığa neden oluyordu.

Osmanlı devrimi (Meşrutiyet) ne rağmen giderek yoğunlaşan bu buhran artık son sınırına ulaşmış durumdaydı.

“Dumenişzade Mahmut” imzasıyla Aziziye (Pınarbaşı) dan İstanbul’a gönderilip tarafımıza iletilen “5 Mart 1327-1911” tarihli mektupla bildirilen haber, iyi bilgiler içermiyordu.Köleler sahiplerine karşı isyana hazırlanıyorlardı.

Bu durum şu hususu doğrulamıştır ki; Sahipleri ve köleler düşman iki taraf olarak algılanmışlardı. Çıkar çatışmaları nedeniyle birbirlerine karşı konum almışlardı. Kendilerinden asla uyuşmayacak ve anlaşamayacaklardı. Bundan dolayı aralarını bulacak ve barış sağlayacak bir aracıya ihtiyaç vardı. Böyle bir aracılığı yalnız devlet’in gücü yapabilirdi. Yönetim, bu durumda köleliğe karşı yararlı haklar sağlayacak olan ve uygulanan yasalara ters düşmeyecek yeni bir yasa çıkarıp uygulanmasını sağlayacak bir yol izlemek suretiyle anlaşmazlığı sonlandırabilir.

Rusya’da özgürlük ve hakların yasayla güvence altına alındığı esnada, bu özgürlük Kafkasya’daki köleleride içermiştir.

Bu gelişme, Osmanlı yönetimi ve bu sefil, aşağılık uygulamayı sürdüren köle sahiplerini de etkilemeli ve örnek almalıdır.

Osmanlı yönetiminin de böyle bir uygulamaya yönelmesi gerekir diyoruz. Çünkü Rusya gibi hristiyan bir devlet dahi, yönetimi altındaki Müslüman halkı da bu özgürlüklerden yararlandırmak için çaba sarfetti. Hatta islamın bu konudaki değerlendirmelerini de Müslüman bilim adamları sayesinde vasıtasıyla dikkate alarak böyle bir uygulamada bulundu.

Köleler şimdilik işi doğal akışına bırakmalı yani (Çerkes Yardımlaşma Cemiyeti) nin değerlendirmesine bırakmalılar.

Aslında kölelik aleyhinde Çerkes toplumunda da önemli bir tepki doğmuştur. Onun için fazla kendilerini yorup acele etmemelidirler. Osmanlı yönetimi altı bin lira tahsisat hazırlamış ve görevli göçmen komisyonu aracılığıyla Sivas’a ulaştırmıştır. İşte köleliğin kaldırılması bakımından yönetimin, meşrutiyet devriminin ilanından sonra yaptığı en köklü ve koruyucu önlem budur.

 

****************************************************** 

GUAZE

SAYI 6

11 Nisan 1911

 

KÖLELİK ALEYHİNDE 3

Köle olan kimselerin satın alındıktan sonra, devlet tarafından özgürleştirilmeleri ve bu durumda bir karar alınıncaya kadar askerlik vb. görevlerinin dışında tutulmalarıyla ilgili olarak verilen birçok imzayı içeren dilekçe ile davalarının kaldırılmasının dinlenmesine devam edildikçe, kişisel özgürlüğün hakkıyla sağlanmasına ve bu hususuta yapılan şikâyetlerin kesilmesinin mümkün olmaması nedeniyle bu gibi davaların görülmesinin engellenmesinin gerekliliğine ilişkin Samsun mutasarrıflığından alınan telgraf üzerine ve 10 Mart 1327–1911 tarihli izin belgesinin yine iade olunması üzerine 27 Rebi’ül ahar 1329–1911 tarihli yazı ile yüksek Fetva makamına gereğinin yapılması için yeniden sözkonusu durum iletildi.

Daha önceki yazışmaların sonucunda, duruşma öncesinde köleliği tartışma konusu olamayanlarla, duruşmadan sonra köleliği kesinleşenlerin ne durumda kalacakları kestirilememiştir.

Sahipleri tarafından söz dinlemedikleri için duruşmalı olarak durumlarının belirlenebilmesi bakımından mahkemeye verilenlerle ilgili bu uygulama, bilinen bir yöntemdi. Ancak bu yöntemle görülen davaların sonunda istenilen sonuç elde edilemeyecek, kölelik ve cariyelik kaldırılamayacaktı.

İşte bu emrin, şu son aşamasına göre istenilen amaca yaklaştığımız bilinmelidir.

 

****************************************************** 

 

GUAZE

SAYI 6

18 Nisan 1911

KÖLELİĞE KARŞI  4

Çerkes Yardımlaşma Cemiyeti, kölelik ve cariyeliğin kaldırılmasına ilişkin Ulusal Meclis Başkanlığına 29 Kânun’u evvel 1327-1911 tarihindeki verdiği dilekçedeki istemlerinin desteklenmesi bakımından ve konunun önemine bağlı olarak acilen gereğinin yapılmasını sağlamak bakımından 23 Şubat 1326-1910 tarihli bir dilekçede “Sadaret makamına” (Başbakanlık) göndermişti.

Sadaret makamı, bu konuda verdiği talimatı içeren yazıları 19 Rebi’ül evvel 1329–1911 tarih ve 139 sayıyla Meclis Başkanlığına, Şeyhülislamlık makamına ve İçişleri Bakanlığına gönderdi.

Konunun önemine bağlı olarak, istemlerimiz karşılık olan cevabı içeren yazıyı Meclis Başkanlığı Ertuğrul (Bursa- Bilecik) milletvekili sayın Mehmet Sıtkı beyefendi aracılığıyla cemiyetimize gönderdi.

Buradaki değerlendirmeden, bunlardan birinci istemimizde hikâye ettiğimiz uygulamadan sonra anlıyoruz ki iş bir adım daha ilerlemiştir. O adım da 16 Kânûn’û evvel 1326 tarihiyle sadrâzamlık makamından İçişleri ve Maliye bakanlıklarına yazılan yazlılardan anlaşıldığı üzere, kölelerin sahiplerinden ayrı bir mevkide oturmaları devlet tarafından karalaştırılmıştır. “Aziziyede” 388 hanede 1407 adet köle ve cariye bulunmakta, bunların bütün zorunlu ihtiyaçları karşılanmak şartıyla ayrı bir yere yerleştirilmeleri için 9.11.800 krş ve Cenik (Samsun) sancağındaki elli hanenin yerleşimi için de 560.000 kuruşa ihtiyaç olduğu, 1327-1911 bütçesine aktarılan ve göçmenlere ayrılan ödeneğin milletvekilleri tarafından kabul edildiği ve belirlenen amaç doğrultusunda kullanımı hususu 16 Kânûn’û evvel 1327-1911 tarihli yazı ile istemde bulunanlara bildirilmiştir.

Ancak ilgili maddenin bugünkü durumunu da biz yeterli görmemekteyiz. Çünkü cemiyetin istediği ve amaçladığı şey bu değildir. Cemiyet, kölelerin, yazışma yöntemiyle tamamen özgür bırakılmalarını ve yazışma bedellerinin devlet hazinesinden karşılanmasını istemişti.

Olay’ın bu aşamasında yazışma konusu hiç gündemde yok iken, daha sonra bir adım daha atarak 6. sayımızda belirttiğimiz gibi ilgili makam tarafından “Fetva Kurumu”na havale edilen, ve köle olan kişilerin devlet tarafından satın alındıktan sonra özgürleştirilmeleri yönünde belirlenen 29 Rebi’ül evvel 1327–1327 tarihli bildirinin ulaştığı mertebe, bizim de hedefimizdir.

 

************************************************** 

 

GUAZE

SAYI 9

01 Haziran1911

 

KÖLELİK HAKKINDA

Aziziye (Pınarbaşı)

3 Mayıs 1327-1911

Şu aralık oldukça önemli bir durumda, nazik aşamalardan geçen bu konu, her nedense basın tarafından olabildiğince sessizlikle geçiştiriliyor. Gazeteler Ğuaze dışında bu olaydan hiç sözetmiyorlar.

Basın’ın; Halkın duygularının tercûmânı ve hakların savunucusu olması gerektiğine göre bu sessizlik, kişisel özgürlüklerin kısıtlanması ve Anayasa’nın ruhuna aykırı bir durum’un ortaya çıkmasına neden olduğu gibi, meşrutiyet sağladığı imkânları da yok etmektedir. Halbuki sorun, şimdi çok önemli bir süreç içerisindedir. O derece ki bu konuda sessiz kalmak, şimdiye kadar meydana gelen cinayetlerin sürmesine ortam hazırlamaktadır. Bu durumu açıklamamak , bütün utanç vericiliğiyle ortaya koymamak insanlık onurunu ayaklar altına almak demektir.

Bu cinayetler karşısında sessiz kalmak, yapılan bütün bu kötülükleri desteklemek demektir.

Düşünelim; Uygarlığın en önemli insanlık özelliği sayıldığı ve zirvelerde olduğu bir yüzyılda yaşıyoruz. Biz evet öyle bir asırda yaşıyoruz ki, insanların en doğal haklarından yoksun kalmalarına göz yummak şöyle dursun, hayvanların bile haklarına saygı göstermek ve onları da korumak gerektiğini bizlere bir insanlık görevi olarak hatırlatıyor.

Şimdi yakından bir de kendimize bakalım; Her yerden kalkmış, hiçbir uygar toplumda artık varlığına rastlanmayan köleliğin kendi ülkemizde halen varlığını koruduğunu dehşetle görürüz.

Ne acınacak bir haldir ki, hala bunun meşru (doğru) bir kurum olduğunu ileri sürenlerimiz var içimizde. Bilmiyorlar ki Çerkeslerde meşru sayılan böyle bir kurum yok!? Din’in kurumlaştırdığı biçimde Çerkeslerde köleliğe rastlanmaz!? Çerkeslerde kölelerin tutsaklığı ve özgür bırakılmaları; Tarihçiler tarafından da bilindiği gibi büsbütün başka bir yöntemle yapılmaktadır. Gerçek bu durumda iken, bu çirkin uygulama ile ilgili olayları saymakla bitiremeyiz.

Hele daha bir iki hafta önce Sivas vilayetine bağlı Aziziye(Pınarbaşı) kazasında, kölelelrle sahipleri arasında meydana gelen kanlı kavga çok yürek yakıcı bir olaydır. Bu güne kadar köle olanlar askere alınmazlardı. Meşrutiyet’in sağladığı özgürlük ortamı ile birlikte bu kutsal göreve köleler de çağırılmağa başlandı. Onlar da askerlik görevini tamamladıktan sonra özgürlüklerine kavuşacakları için bu uygulamayı sevinçle karşıladılar ve koşa koşa bu kutsal görevlerini yapmağa gittiler. Artık sahiplerini hiç ciddiye almamağa, dikkate almamağa ve onlara hakaret etmeğe başladılar. Devlet’in onları askere alması, dolaylı olarak özgürleşmelerini sağlıyordu. Sahiplerine bu durumu açıkça bildirdiler. Bunun üzerine Aziziyenin (Pınarbaşı) “Kazancık” köyünde her iki taraf arasında kanlı bir kavga meydana geldi.

Sonuçta beylerden beş kişi, kölelerden de altı kişi yaralandı ve bir kişi de öldü. Bunun gibi olayların sürmesi ihtimal dâhilindedir.

Güvenlik güçleri henüz katilin kim olduğunu belirleyememiştir.

Bu katillik olayı da gizli kapaklı kalacaksa, yazıklar olsun o güvenlik güçlerine.

Bu üzüntü verici olaydan birkaç gün sonra “Aziziye” kazası ileri gelenlerinden “Yelokhzade Hacı Bekir” Bey’in bir cariyesi eceliyle vefat etmiştir. Hocalardan bazıları özellikle “Kazancık” köyünden “Hacı Nuh Efendi”; Köleler efendilerine hala isyan etme durumunda oldukları gerekçesiyle zavallı kadıncağız’ın cenazesinin yıkanarak cenaze namazının kılınması ve defnedilmesi işlemini engellemiş, mevtayı üç-dört gün öylece ortada bırakmıştır.

Görülüyor ya, neler oluyor. İşte dini bilmezler dine böyle iftira ediyor ve işte insanlık onuru böyle ayaklar altına alınıyor.

Bu çirkin ve acıklı olaylar karşısında devlet ne gibi önlemler alıyor, bilemiyorum.

Ancak bildiğim bir şey vardır ki, o da devletin hala çok ciddiyetle bu hain gelişmelerin üzerine eğilmediğidir.

Devlet bu rezil ve aşağılık kurumu gerçekten ortadan kaldırmak isteseydi, böyle yarım yamalak önlemlerle uğraşmaz, elli yıl önce Rus devletinin yaptığı gibi tamamen yasaklar ve ortadan kaldırırdı

Vilayette mesela bir kişinin karısı hakkında özgürlüğünün kaldırılması için dava açılıyor. Yargı hüküm veriyor. Kadın kocasından ayrılıyor. Ancak bu esnada hamile imiş. Diğer taraftan birisi yine bir kız’ı alıyor. Aynı şekilde cariyedir diye iddia ediliyor. Yargı kadını kocasından ayırdığı gibi, bekaretini bozduğu gerekçesiyle mahkum ediyor. Kadın ve kocasının feryatlarını kimse duymuyor. Bunların tamamı hakkında ilgili ve yetkili makamlara başvurulmuştur. Ancak üzülerek belirtmeliyiz ki bir olumlu sonuç alınamamıştır. Sonunda “Çerkes Yardımlaşma Cemiyeti” tarafından Ayân (senato) Ulusal Meclis ve Başbakanlığa bu hususta yeniden başvurulmuş; bu acıklı ve utanç verici durumun ortadan kaldırılması istenmiştir.

Şayet bu aşağılık kurum kesinkes ortadan kaldırılmazsa, benzeri üzüntü verici olayların sürüp gideceği acı bir gerçektir. Devlet halen kağıt üzerinde oynuyor, sorunu kökünden halletmiyor ve başvuru sahiplerini oyalayıp duruyor.

Şimdi iş karıştı. Olay önemini, akan kan ile gösterdi. Böyle üzüntü verici bir çatışmanın olabileceğini daha önceden haber almalarına karşın yetkililer neden engel olmadılar? Bu olayın manevi sorumluluğundan kendilerini kurtarabilecekler mi?

Birbirine karşı kin ve nefretle dolu olan bu iki toplumun arası bulunabilecek mi? Bilmiyoruz.

Ancak yazışma yöntemiyle bu sorun halledilebilir kanısındayım.

 

A.Lahaşouk

******************************************

GUAZE

SAYI 1

08 Haziran 1911

 

BEYLİK-KÖLELİK

İnsanlığın başlangıcından beri sürüp gelen bir zulüm var; Güçlünün zayıfı ezmesi. Bu adeta olumsuz bir yasa haline gelmiş. Bu yasa, ormanların vahşi sessizliği arasında yalnız ve yalnız hayat için boğuşan iki cahil ve karabahtlı varlıktan; güneşe havaya kapalı, loş yazıhanelerin önünde dünyayı ayakları altında ezmek hevesiyle yanan sözümona alim bir insana kadar bütün kendine güç vehmedenleri etkisi altına alan, bütün çalışma aşamalarını yöneten aynı kaynaktan besleniyor. O kaynak hırs ve bencilliktir. Bugün ruh; Ben her şeyden önce insanım, insanları tanımak ve sevmek isterim!” diye bağırmak ihtiyacıyla yanarken önümüze kanlı hendekleri bekleyen donanımlı ordular, sınırlar koyan yine o hırs ve bencilliktir. Yine o egemen olma arzusudur.

Tutsaklıkta, şimdiye şimdiye kadar savaşlara ve barışlara komutanlık eden; Daha yarım yüzyıl önce Avrupa’da insanlık! Uygarlık! Sesleri her tarafı kaplarken Kafkasya’yı kuzeyden gelen ayının pençeleri boğdu. Kafkasya’yı ezen, parçalayan da işte böyle bir yasa idi.

Esaret tarihi, tarih öncesi devirlere götürülecek kadar eskidir. Tarihin söz ettiği kavimlerin hemen hepsi, giderek artan bir zulümle ezdikleri esirlere sahiptiler. Özellikle eski Roma da esirler çok aşağılanır ve çok eziyete uğrardı.

Ayrıca kadına hiç değer vermezler, esirlerin de kendileri gibi bir insan olduğunu ve insanca muamele görmeleri gerektiği düşüncesi hiç kafalarına yatmazdı. Onları sürekli en zor, en kötü işlerde çalıştırır, onlara adî bir araç veya övünülmesi gereken bir ziynet eşyası olarak bakarlardı. Bu aleti, bu ziynet eşyasını istedikleri zaman kırmak, parçalamak hakkına sahiptiler!

Ortaçağda derebeyleri yalnız savaş, binicilik, zevk ve sefahatla ilgilendiklerinden, çalışan, kazanan, efendilerinin! Saltanat sürmelerini sağlayan yine bu karabahtlı zavallılardı.

Esaret daha sonraları bazı yerlerde insani bir metâ, bir alet sayılmaktan çıkarılarak, onları diğerlerinden farklı sayan bir sosyal tabakalaşma sınıfı haline getirildi. Fransız devrimi, bir kısım insanlara gereğinden fazla güç kazandıran, diğerlerini hiç adam yerine koymayan bu eşitsizliğin sonucu olarak ortaya çıktı.

Bu gelişmeyle birlikte insanlık, bütün hakları elinden alınan ve ezilen insanlara sahip çıkmağa başladı. Ancak üzülerek belirtmek gerekir ki insanlarda doğan bu merhamet, adalet ve eşitlik duygusu o kadar kolaylıkla öne çıkmadı.

Ayırıcı özelliği; İnsanlığa, merhamete ve eşitliğe ilgi ve sevgi duymayı öne çıkarmak olan bir asırda yaşamamıza karşın, kölelik denen zillet hala dünyanın önemli bir kısmında varlığını sürdürüyor.

Çerkes halkının gelişmesini, ilerlemesini ve kendisine çok yakışacak olan uygar uluslar arasında yerini alamsını engelleyen zillet de budur. Çünkü kölelik, tutsaklık sadece bir kısım insanların ızdırap içinde kıvranmasıyla kalmaz, egemen olanların da adalet duygusunu, girişim gücünü ve kardeşlik duygularını öldürür. Ezilenler ise; yükselmek, ilerlemek, gelişmek duygularından yoksun ve ilerlemiş, yükselmiş olanlara karşı kin ve düşmanlık duyguları ile dolu duruma gelirler.

Böylece tutsaklık, kölelik; Şahıslar gibi uluslar, halklar için de maddi ve manevi zararlara yol açar, onları yokluğa sürükler.

Muhtemelen benim bu sözlerim, yüzyıllardan beri bu yanlış anlayışa saplanıp kalan halkımızın yaşlılarını rencide edecektir. Onlardan bütün içtenliğim ve bütün temiz kalpliliğimle af diliyorum. Kendilerinin şundan emin olmalarını isterim ki düşünce ve inançları benim nezdimde kendileri kadar saygındır. Bende kendileri gibi bizi biz yapan değerlere sadakatle bağlıyım. Yalnız bunların içinden zararlı ve insanımızın gelişmesini engelleyen bazılarını istisna ediyorum. “Kölelik” bunların başında gelmektedir.

Ben burada köle, cariye alınıp satılmasından şikâyet edecek değilim. Pek basit ve acıklı bir gerçektir ki ”Esir satılmadığı zaman alınamaz” Bir ferdinin bile savaşta esir düşmesine katlanamayan bir milletin hayatında da kölelik diye bir kurum olamaz, olmamalıdır.

Asıl üzücü olan tarafta; Bugün için sınırları son derece daralmış olan bu kölelik şekli değil, bize Romalıların bin sekiz yüz yıl önce esirlerine karşı aldığı tavra benzeyen bir olumsuz özellik veren toplumsal köleliktir.

Bunun ne kadar zararlı olduğunu, içimizden bir kısmının, diğerlerini aşağılamasının ne kadar zararlı olduğunu yaşayarak görmekteyiz. Eğer toplum olarak yaşamak, ayakta kalmak istiyorsak bu gerçekleri dikkate almalıyız. Romalılar gibi bütün ağır işleri kölelik vehmettiğimiz insanlara yaptırmak ve onları aşağılamak anlayışından da vazgeçmeliyiz. ……. Tarım, ticaret ve güzel san’atları geleceklerinin kendimiz belirlemeğe kalktığımız insanlar’a, askerlik ve memuriyeti de kendimize uygun kabul etmek, köleliği kurumlaştırmaktan başka bir işe yaramaz.

Toplumsal gelişmeye, insanlığı yüceltme düşüncesine doğru büyük adımlarla yürüyen yirminci yüzyıl, kendisini geçmişin en çirkin gelenekleriyle küçültenleri bağrında yaşatmaz. Bu yüzyıl, insanlar arasında eşitliği ve adaleti emreder. Biz böyle biri aşağılayıcı ve küçültücü bir boyun eğmeye, diğeri de buyurgan bir tavırla kibirlenmeğe şartlanmış, ayrışmış iki topluma halinde yaşamağa devam edersek eşitlik ve kardeşlik mümkün olabilir mi?

Aslında devletin yasaları önünde hepimiz eşitiz. Ancak uygulamada gelenek ağır bastığı için bu olguyu üzülerek belirtmeliyim ki dikkate almıyoruz. Bu kötü durumu ispat etmek için örnek aramak durumunda da değilim.

Büyük ve ses getirecek devrimlere, Çerkes halkının ne nüfusu, ne de içinde bulunduğu siyasal konumu uygun değil. Bununla birlikte bir uygarlık akımı var ki hayata bağlı bir halkın” buna direnmesi de mümkün değil!

O halde hepimize bir görev düşüyor. Beylerden olsun, kölelerden olsun halkımızın tamamı karşılıklı olarak fedakârlıkta bulunmalı, gayret göstermelidir.

İnsanlar arasında mutlak bir eşitlik yoktur, olamaz da. Ancak bu eşitsizliği doğuran şey, onların falan baba veya filan anneden dünyaya gelmeleri değil, doğanın kendi kişiliklerine kazandırdığı büyüklük veya küçüklüktür.

Ben birinin kızıyım. Eğer atalarımdan bana miras kalmış bir hak, bir şey varsa onu halkımın bütün bireyleriyle paylaşmağa, eğer bendeki hak başkalarını zor durumda bırakacak bir özellik taşıyorsa onu fedâ etmeğe hazırım. Ve bununla iftihar ederim, övünürüm.

Çünkü yok olma sınırına gelmiş bir halkı kurtarmak için bütün hırslarımızı ayaklar altına alacak kadar yükselmek gerekir. Ve Çerkeslik bütün halkımızdan bugün bunu bekliyor.

 

4 Mayıs 1327-1911 Büyükada

Hayriye Melek Hunç

Comments are closed.