Dr. Hakan Erdem ile söyleşi: “Çerkesler bir nevi nüfus satıyor”
Çerkesler ve Kölelik
13:00 1 October 2014

Sabacı Üniversitesi’nde öğretim görevlisi olan Dr. Hakan Erdem, kölelik deyince ilk akla gelen isim. Birçok kitaba ve akademik makaleye imza atan Hakan Erdem ile Osmanlı Kölelik sistemi ve Çerkes köleliği üzerine oldukça verimli bir söyleşi gerçekleştirdik. Bize zaman ayırıp, hiç bir sorumuzu cevapsız bırakmayarak uzun bir mülakat veren Hakan Erdem’in okuyacağınız söyleşisi, bir çok konuyu açıklığa kavuşturması bakımından da referans niteliğinde…

Guşıps: Osmanlı Devleti’nde köleliği konuşarak başlayalım isterseniz. Ne zaman, nasıl başladı bu kurum çalışmaya?

Hakan Erdem: Osmanlı’da köleliğin başlangıcı diye bir şeyden söz etmek mümkün değil çünkü Osmanlı’nın kuruluşu ile beraber kölelik var. Diğer bütün ortaçağ toplumlarında, Müslüman Hıristiyan fark etmeksizin kölelik olduğu gibi, Osmanlı’nın da kuruluşundan itibaren kölelik kurumu var.

Ortadan kalkışının da tek bir tarihi yok, yani Amerika’da olduğu gibi 1863’de ilga edilmiştir diye bir cümle kuramıyoruz. Çünkü kölelik kaldırılmıştır diye bir ilga durumu olmuyor. Yalnız, köleliğin belli alanlarda yasaklanması ya da belli ölçüde kısıtlanması gibi kölelik aleyhtarı önlemler alınıyor. Bunların en önemlisi, 1857 yılında Afrika’dan gelen köle ticaretinin tamamen yasaklanmasıdır. Ki kölelik açısından en önemli kırılma noktasıdır bu karar. Ancak Çerkeslere dokunmuyorlar. Sadece Afrika ile sınırlı bir karar bu. Büyük Çerkes göçünden sonra, yani 1864 sonrasında çok fazla Çerkes köle geliyor haliyle Çerkezistan’dan. Ciddi bir artış oluyor piyasada. Aslında bunun sebebi Kafkasya’daki Çerkeslerin serfleriyle yani toprak köleleriyle birlikte gelmesidir bir yerde. Bu kadar ciddi bir nüfus köle olarak gelince bir anda iç dengeler bozuluyor, bu sebeple çeşitli yasaklar ve kısıtlamalar uygulanıyor Çerkeslere de. Burada Osmanlı köleliği ile Çerkes köleliği arasında ciddi farklar olduğunu unutmamak lazım. Aslında ikisi de Müslüman, sorsanız ikisinde de kadılar var örneğin. Fakat uygulama o kadar farklı ki. Bu iki farklı kölelik sistemi çatışıyor büyük göçün ardından. Osmanlılar zaman içinde Çerkes köleliğini biraz kendi köleliklerine benzetiyorlar, isteyerek veya istemeyerek.

Guşıps: Sizin çalışmalarınızda “Beyaz Köle” kavramı sıkça geçiyor. Nedir “Beyaz Köle” tam olarak?

Hakan Erdem: Kaynaklar öyleydi aslına bakarsanız. Osmanlı kültüründe legal açıdan kölenin deri renginin bir önemi yok. Pratikte olabilir tabi ama hukuki olarak bir farkı yoktur. Amerikan kolonyal döneminde sekizde bir mi yoksa on altıda bir mi zenci olduğunun bile önemi vardı. Derinin rengine göre hukuk fark ediyordu kolonyal dönem Amerikası’nda. Ancak Osmanlı’da öyle bir fark yok özellikle hukuk karşısında. Buna rağmen kaynaklarda “Beyaz Köle” olarak geçtiği için bende o şekilde kullanmayı tercih ettim.

Bu arada Osmanlı’nın bütün “Beyaz Köle”leri de Kafkasya’dan gelmiyor. Hem Balkanlardan gelenlere hem de Kafkasya’dan gelenlere “Beyaz Köle” diyor kaynaklar. Afrika’dan gelenler dışındakilere genelde Beyaz Köle deniyor.

Bana sorarsanız bu kavram tam olarak karşılamıyor kölelik içi ayrışmayı. Çünkü mesela Osmanlı’nın son döneminde Orta Asya’dan gelen Türkmen köleler de var. Hatta daha ötelerden, Filipinlerden Java’dan gelen köleler dahi var. Şimdi bu insanlara ne siyah ne beyaz diyebilirsiniz. Bu Beyaz – Siyah ayrımı daha çok Batılıların kullanımı. Kaynaklarda da böyle geçiyor, ben de neden bahsettiğimiz anlaşılsın diye bu şekilde kullandım.

Guşıps: Peki Osmanlı’lardan önce Çerkesya’dan dünyanın diğer bölgelerine yönelik bir köle ticareti var mıydı? Çünkü Çerkesya kıyılarında örneğin Cenevizlilerin ticaret kolonileri kurduğunu biliyoruz.

Hakan Erdem: Tabii ki. Hatta Çerkezistan dışında Kırım’da da var Cenevizliler. Hatta Anadolu’da da, Amasra Ceneviz kolonisidir örneğin. Cenevizler tüccar bir İtalyan millet biliyorsunuz. Cenevizliler o dönemde sadece Çerkeslerden değil Karadeniz kıyısında kolonilerinin olduğu birçok yerden aldıkları köleleri İtalya’ya getirip satıyorlar. Yani Rönesans İtalya’sında Çerkes köle bulabilirsiniz. Ya da mesela Girit’te Kırım’dan gelen köle ile karşılaşmanız mümkündür. Venedik’te aslı Çerkezistan’dan gitme insanlar vardır örneğin. Fakat Osmanlı dönemi ile karşılaştırılmayacak kadar küçük bir ticarettir bu.

Guşıps: Bildiğim kadarıyla Osmanlı’nın direk hakimiyeti altında olmayan bir bölge Çerkesya. Buna rağmen bir şekilde köle ticareti vs. ile de bir bağ kuruluyor. Nasıl ve ne zaman tesis ediliyor bu ilişkiler?

Hakan Erdem: Kırım Osmanlı’ya geçtikten sonra gelişiyor daha çok ilişkiler. Kırım Hanları’nın Çerkes kabileleriyle ilginç bir ilişkileri var. Giray’lar Çerkes kabilelerine çocuklarını gönderiyorlar, onların yanında büyüsün, yetişsin diye. Kırım Osmanlı’ya geçtikten sonra da dolaylı olarak Çerkezistan’a bir ilgi uyanıyor Osmanlı’da. Ancak hiç bir zaman dediğiniz gibi doğrudan bir sancak teşkilatı ya da merkezden atanan tımarlı sipahiler falan olmuyor Çerkezistan’da.

Sultan’ın egemenliğini gevşek bir şekilde kabul eden değişik kabileler var Çerkesler arasında ve bir de sahilde bir kaç kaleyi kontrol ediyor Osmanlı. 18. yy’da Ferah Ali Paşa zamanında, Paşa’nın gayretleri ile biraz daha Osmanlı egemenliği kurulur gibi oluyor ama doğrudan hiç bir zaman bir vilayet, sancak vs. olmuyor Çerkezistan. Çerkezistan’ın her zaman bağımsız kaldığını söyleyebiliriz rahatlıkla. Ama Çerkezistan’ın önderlerinin İstanbul ile ilişkileri oluyor. Köle ticaretinin yanında hediye köle de gönderdikleri oluyor Osmanlı’ya. Kendi toplumlarındaki köle sınıfından kişileri gönderiyorlar tabi, Çerkesleri göndermiyorlar yani.

Burada ciddi bir yanılgı da var onu da açıklamak gerek. Çoğu insan Çerkeslerin kölelerinin de Çerkes olduğunu düşünür ancak onlar genelde civar kabileler ile çatışmalar esnasında ele geçirilen kişiler ve onların nesilleridir. Yani Çerkes olup köle olanlar da vardır ama bunlar oldukça azdır. Çerkes toplumu çok sınıflı bir toplum, zaman içerisinde bir stratifikasyon oluşmuş, başlarında bir soylu sınıf var. O soylular akınlarda, savaşlarda ele geçirdikleri kölelerden ve onların çocuklarından ya da torunlarından hediye de yaparlar, paraya sıkışırlarsa satarlar da yeter ki satılan kul cinsinden olsun.

“Osmanlı Köleliği ile Çerkes Köleliği arasındaki fark”

Burası oldukça iyi bir nokta Osmanlı köleliği ile Çerkes köleliği arasındaki farkı anlatmak için.

Osmanlı’da bir kalıtsal köle sınıfı yok, dışarıdan birçok bölgeden köle alıyor Osmanlı. 19. yy’da yirmiye yakın etnisiteden köle var Osmanlı’da alınıp satılan. Bazen de kendi reayasından isyan edenler köleleştirilebiliyor. Mesela Rumlar isyan edince savaş sonunda ceza olarak onlar köleleştiriliyor. Bu şekilde 19-20 tane etnik gruptan köle buldum ben çalışmalarım esnasında. Osmanlı ile Çerkes köleliği arasında şöyle bir fark var. İkisi de Müslüman, güya ikisinde de aynı hukuksal sistem var. Fakat Osmanlı’da dediğim gibi “Kalıtsal Kölelik” yok. Dışarıdan alınan köleler belirli bir süre toplum içerisinde kaldıktan sonra çeşitli mekanizmalar ile azad edilip topluma karışıyorlar. Toplum içerisinde serbest kesim ile evleniyorlar yani hür oluyorlar. Bu anlamda Osmanlı köleliği “Açık Kölelik” dediğimiz bir sistemdir. Köle olarak gelen bir adam kısa bir süre içerisinde burada bir yerli ile evlenip topluma karışabilir.

Birkaç yol var kölenin özgürleşmesi yani hür olması için. Bir tanesi mükatebe. Yani gelen köle belirli bir süre hizmetten sonra azad ediliyor. Osmanlı’daki sistem azadı çok teşvik eden bir sistem. Mesela bütün Bursa ipek sanayi böyledir. İpek sanayinde köleler çalışıyor. Gelen köleye “Bana şu kadar ipekli doku seni azad edeyim” diyor sahibi, ister üç senede ister beş senede dokusun artık orası köleye bağlı. Gelen köle tabii bu durumda arı gibi çalışıyor. Ya da diyorlar ki “üç sene ya da beş sene çalışırsan seni azad edeceğim”. Böylece önüne hedefler koyuyor kölesinin. Köle azad olduktan sonra belki sahibinin kızı ya da oğluyla ya da başka birisi ile evlenip topluma karışıyor. Hatta bu sefer o da köleler alıyor. Böyle azadı teşvik eden, aileler ile entegrasyonu teşvik eden bir sistem Osmanlıdaki. Buna antropologlar “Açık Kölelik” sistemi diyorlar. Dolayısıyla azad sistemi olmasa kölelerin çocukları tabi ki köle olacaktır. Ancak ona fırsat vermiyorlar genelde, yani çocuğu olmadan hürleşmiş oluyor köle. Sistem azadı teşvik eden ona yönlendiren bir sistem.

Çerkes kölelik siteminde ise durum oldukça farklı. Kadim zamanlardan beri, yani kimsenin bilmediği zamanlardan beri “Kapalı Kölelik” dediğimiz sistem var Çerkeslerde. Kafkasya’da bir boy başka bir boyla, diyelim ki Besleneyler başka bir grupla çarpışmış ve galip gelip esir almışlar birçok insanı. Beş yüz sene sonra bile onların çocukları hâlâ köledir. Üzerinde kalıyor yani köle damgası ve azad olmak gibi bir durum neredeyse yok gibi. Çok istisnai durumlarda sahipleri köleleri azad eder Çerkeslerde. Köle olarak esir alındıysa bir defa, onun çocukları, onların çocukları vs. köle oluyorlar. Yani kalıtsal bir köle sınıfı oluşuyor. Normal zamanlarda tarlayı sürüyor bunlar, yani iş yapıyorlar ama beyin canı çektiğinde ya da paraya ihtiyaç duyduğunda gelip, hatta aileyi de ayırarak satabiliyor bu insanları. Mesela on yaşındaki küçük çocuğu satabiliyor dışarıya ailesinden ayırarak. Bu tam olarak “Kapalı Kölelik” dediğimiz sitemdir. Bu sistem köleyi üretir. Atanızın köle olması kafidir sizin köle olmanız için. Hatta kendi dilinizi bilmezsiniz, beyin ailesi ile aynı dili konuşuyorsunuzdur üç yüz senedir ama atanızın köle olduğundan dolayı siz de kölesinizdir ve sizi her an satabilirler. Böyle bir kalıtsal kölelik sitemi var Çerkezistan’da.

Osmanlılar da şunun farkındalar. Piyasada satışa sürülen esir Çerkezistan’dan geliyorsa satılabilmesi için köle cinsi olması lazım. Çünkü özgür bir adamı birisi kaçırıp satabilir. O da oluyor zaman zaman. Mesela özgür çocuğu kaçırıp satıyorlar. Bu özgür insanların satışını bir miktar engelleyebilmek için satıcılar yani köle tüccarları bir vesika düzenliyorlar. “Sattığım esir şu kabileden şunun esiridir ve kul cinsidir” diye vesika yazıyorlar. Bu vesika gerçeği yansıtıyor yansıtmıyor o ayrı mesele ama bir Osmanlı, Çerkes esir aldığı zaman onun köle yani kul sınıfından olduğunu biliyor ve garantiye alıyor kendisini. Bir süre sonra kızın ya da çocuğun ailesinden birileri gelip “Bu bizim kızımız ve biz özgür insanlarız” dediğinde, “Bana kul cinsinden olduğunu söyleyerek sattılar bu da bunun evrakı” diyebiliyor. Yani bu vesika ile köleyi satın alan Osmanlı kendisini bir nevi garantiye alıyor hukuken. Böyle mekanizmalar var.

Bu birbirinden oldukça farklı iki değişik kölelik sistemi. İkisi de İslam toplumu ikisi de birbirine çok yakın ama arada oldukça büyük bir fark var. Dünyadaki kölelik sitemleri arasında “Açık Kölelik” bir uçta ise “Kapalı Kölelik” sistemi diğer uçtadır. O kadar farklı sistemler bunlar.

Guşıps: Çerkeslerin Osmanlı’ya sürgününün köle ticaretine etkisi nedir tam olarak? Çünkü binlerce insan bir anda geliyor Osmanlı’ya.

Hakan Erdem: Tehcir meselesine bir meseleyi açıklığa kavuşturarak başlayalım bence. Burada özellikle şunu söylemem lazım. Bu hadiseyi bazen çok yumuşak bir şekilde ifade edenler olabiliyor. “Çerkesler çıktı geldi, orada değil de burada yaşamak istediler” diyerek bu büyük trajediyi küçümseyebiliyor bazı kimseler. Öyle bir şey değil bu hadise kendi içinde çok büyük trajediler ve acılar barındırıyor. Ruslar Çerkesleri yendikten sonra “istiyorsanız Sibirya’ya gidin isterseniz sultanın ülkesine gidin” diyor bazı kabilelere. Bu durumda Sibirya’ya gitmenin bir opsiyon olmadığı oldukça açık. Dolayısıyla çok zor şartlar altında zorunlu bir Çerkes göçü gerçekleşiyor. En hafif ifade ile bile bu olaya Çerkes Tehciri demek lazım. Bu konuda özellikle yabancı kaynaklar oldukça zengin, birçok belge ve vesika var tehcire ve tehcirde yaşananlara dair. Mesela İngiltere’nin Trabzon Konsolosu Palgrave diye bir adam var. Diyor ki; “Trabzon limanında günde 200-300 Çerkes ölüyor her gün”, raporunda yazıyor bunu ve bu sadece şimdi aklıma gelen tek bir örnek.

Bu trajediler köle pazarlarına da yansıyor tabi. Bir çok Çerkes kendi çocuklarını getirip köle pazarında satılığa çıkarıyor. Bunun sebebi de yaşamalarını sağlamak. O kadar büyük bir yokluk ve sefalet var ki çocuk annesinin babasının yanında kalsa ölecek. Ölmesinden daha iyi deyip çocuklarını satıyor bir çok Çerkes. Hatta köle pazarına gelip kendisini satan insanlar oluyor. Genç kızlar erkekler “Beni sat” diye tüccarlara yalvarıyor. Düşünebiliyor musunuz sefaletin boyutlarını.

Koca bir halk Anadolu’ya ve Balkanlara giriş yapıyor 1864 ve sonrasında. Köleler ve beyler arasında da sorunlar yaşanıyor. Bu insanlar 150.000 tane köle sınıfından Çerkesi de getiriyorlar yanlarında. Köle sınıfından olup Çerkesler ile birlikte Anadolu’ya gelen kesim, burada kalıcı kölelik sitemi olmadığını görünce isyan ediyorlar beylerine, ayaklanıyorlar.

Çerkes Köleler ile Beyler arasında çatışmalar

Çerkes kölelerinin sahiplerine karşı ayaklanmaları hadisesi oldukça az bilinir. Batı Anadolu’da, Trakya’da, Çorlu’da, İstanbul’un dibinde gerçekleşiyor bu ayaklanmalar. Köle sınıfından Çerkesler ile Bey sınıfından Özdenler çatışıyorlar, bunlar silahların kullanıldığı, sonucunda ciddi şekilde kan dökülen çatışmalar. Bir grup diyor ki, “Siz bizim kölemizsiniz biz getirdik sizi buraya”. Diğerleri de “Bu ülkede sizin yaptığınız cinsten bir kölelik yok özgür olmak istiyoruz biz de” diyorlar. Bu çatışmalarda taraflar silah kullanıyor hatta devlet çatışmaları ayırmak için top kullanmak durumunda kalıyor birçok bölgede.

Devlet bu aşamada devreye giriyor ve Çerkes beylerine kölelerine mükâtebe yapmalarını söylüyor. Bir emir gibi söylüyor ama bunu. Yani benim sistemime benzeyin diyor Çerkes sahiplere. Çerkes beyler de diyor ki cevaben; “Tamam mükâtebe yapalım ama bize köleler ne verecek bunun karşılığında, bunların hiç bir şeyi yok”. Bu önemli bir soru aslında. “Yanımızda hizmet etmek bizim için bir kıymet değildir çünkü zaten yanımızda hizmet ediyor bunlar” diyor beyler.

Devlet o noktada kritik bir adım atıyor. Köle sahiplerine diyor ki, “Ben size köleleriniz yerine toprak veriyorum. Benim verdiğim hazine toprağı karşısında kölelerinizi azad edeceksiniz” diyor. Yani bir nevi kölelerin bedelini ödüyor devlet, toprak olarak. Bunun sonunda büyük toprak sahipleri oluyor Çerkes beylerinden. Geniş toprağı olan Çerkes beylerinin bu toprakları, kölelerinin özgürlüğü karşılığında devletten aldıkları arazilerdir yani.

Guşıps: Peki devlet toprak veriyor da toprakta çalışacak kimse yok, sonuçta beyler hem bilmez toprağı işlemeyi hem de bu kadar geniş arazileri kendilerinin işlemesi mümkün değil.

Hakan Erdem: Bu oldukça ilginç bir soru. Öyle anlaşılıyor ki köleler azad olduktan sonra yani mükâtebeye kesildikten sonra da beylerin toprakları üzerinde kalıp, ücret karşılığı ya da yarıcılık şeklinde çalışıyorlar. Ama yine de bu incelemeye muhtaç bir konu. Yani çeşitli Çerkes topluluklarında bu nasıl oldu, detaylandırılması gerekiyor.

Beyler ile köleler arasındaki çatışmalar 1865’den sonra başlıyor ve 1880’lere 1890’lara kadar sürüyor gerginlikler. Hem yabancı kaynaklar hem de Osmanlı arşivinde çok miktarda belge var Çerkes köleler ile Özdenler arasındaki çekişmeye dair. Ben de bir kısmını buldum yazdım. Ama çok daha fazla çalışılması lazım tabi ki. Ehud Toledano da bir kısmını buldu ve yazdı kitabında.

Çerkes köleliği ile ilgili önemli tarihlerden bir tanesi de Çerkes İttihat ve Teavün Cemiyeti’nin çalışmalarıdır. Bu Cemiyet II. Meşrutiyetten sonra kuruluyor biliyorsunuz. Cemiyetin Şeref Reisi olarak da Müşir Deli Fuat Paşa’yı seçiyorlar. O da Şam’dan, sürgünden döndükten sonra bir nevi Cemiyetin manevi babası oluyor. Başkaları da var tabii, mesela anılarını yazmış olan Hasan Amca (Omça) da bunlardan biri. Cemiyet kurulduktan sonra Çerkes Köleliği’nin ilga edilmesi için çalışmalar da yapıyor.

Ancak tüm bunlara rağmen Osmanlı’dan kölelik ilga olmuştur diye bir karar çıkmıyor. Bu mesele bir açıdan da dini bir kategori. Osmanlı köleliği ilga ettik diyemiyor. Hatta “Bunu biz koymadık biz ilga edemeyiz” diyor. Ama buna rağmen kısıtlayabilir ve ticaretini yasaklayabilir. Ki, 1909 yılında, 1857’deki Afrikalılara referans verip Çerkes esirlerin de Afrikalılar gibi alınıp satılmasını yasaklayan bir kanun çıkarıyor devlet. Burada atlamamak gerekir ki köleliği kaldırmıyor kanun sadece köle ticaretini yasaklıyor.

1857 yılında Afrikalılar için çıkartılan kanun Çerkesler için ancak 1909 yılında çıkartılıyor.

Bu düşündürücü bir durum. Arada yarım asırdan fazla bir zaman var.

Bunun sebebi bir ölçüde Osmanlı üst sınıfının Çerkesler ile evleniyor olmasıdır. Yani böyle bir yasak koymuş olsalar Osmanlı eliti bu durumdan çok etkilenecek. Onun için bu yasağı koymamışlar uzun yıllar. Afrikalılar ile her hangi bir evlilik ilişkisi olmadığı için yasak daha önce koyulabilmiş. Temel sebebi budur bu gecikmenin. Ama yine dikkat edin, hiç bir zaman Çerkes köleliği ilga edildi ya da kölelik ilga edildi diye bir şey bulamazsınız kaynaklarda.

Çerkesler nüfus satıyor

Guşıps: Osmanlı’nın Çerkesya kıyılarında kurduğu kalelerin köle ticaretinde nasıl bir fonksiyonları var? Ya da var mı?

Hakan Erdem: Osmanlı ile Çerkezistan arasında sadece köle ticareti yoktur. Yelkenlilerin olduğu dönemde de buharlıların kullanıldığı dönemde de tüccarlar bölgeye giderken tuz, kumaş, cam eşya ya da limon götürüyorlar. Karşılığında da orada bulunan değerli şeyleri alıyorlar. Ve tırnak içinde söylüyorum ki bölgede en çok satılan şey “insan”. Yani nüfus satıyor Çerkesler o dönemde köle olarak.

Karadeniz de yelkenliler ile ticaretin yapıldığı dönemde de Buharlıların kullanıldığı dönemde de köle tüccarları ki bunların çoğu da Kafkasyalı hatta Çerkes’tir. Çünkü dil vs. bilmeleri lazım bölge ile ticaret yapabilmeleri için. O bahsettiğiniz kaleler, yani Anapa vs. de, köle ticareti için bir nevi antrepo işlevi görüyor. İç bölgelerden getirilen köleler gemi gelene ve kalkana kadar kölelerini o kalelerde bekletiyorlar. Gemi geldikten sonra da gemilere tüccar ile birlikte az sayıda köle binip yola çıkıyor. Yalnız Afrika’nın batı kıyısında yani Gine kıyılarındaki köle antrepolarıyla karşılaştırmamak lazım bu kaleleri çünkü öyle binlerce kişinin bekletildiği yerler değil buralar. Zaten Karadeniz’de köle ticareti de öyle kalabalıklar halinde yapılmıyor. Küçük gruplar halinde gerçekleştiriliyor ve başlarında mutlaka tüccarın kendisi de oluyor. Mesela 5 köle ile birlikte tüccar biniyor bir gemiye ve geliyor Osmanlı’ya. Yabancı gemilerin de ticarete dahil olduğu özellikle buharlıların kullanıldığı dönemde dahi, mesela Avusturya Lloyd firmasının buharlısında bile köleler yolculuk edebiliyor. Tüccarın beş kölesi varsa beşine de bilet alıyor hatta sorun çıkartırlarsa “Bunlar benim ailem” diyor ve biniyor gemiye, o şekilde yolculuk ediyorlar. Küçük gruplar halinde yani yolculuklar hep. Bunu şunun için söylüyorum, Çerkezistan’dan yapılan köle ticaretinde o hep aklımıza geldiği gibi bir köle gemisi kültürü yok. Yani tamamı köle olan gemiler ile çok yüksek sayılar ile yapılmıyor bu ticaret.

Afrika’dan Amerika’ya göçte köle tüccarları bir gemiye istiab haddinin çok üzerinde köle bindirirlerdi. Çünkü bilirlerdi ki bu kölelerin en az yüzde otuzu ölecek yolda. Ölen köleler denize atılır ve yolculuk devam ederdi. Geminin tamamının köle olduğu köle gemileri idi bunlar. Karadeniz köle ticaretinde böyle bir şey söz konusu olmadı hiç bir zaman.

Bunun dışında, çok az sayıda da olsa kara yoluyla özellikle Osmanlı’nın doğusundan da köle ticareti yapılıyor. Oldukça az sayıda ve genelde Gürcü köleler geliyor bu yoldan.

Guşıps: Kırım Savaşı esnasında Çerkeslerin tutumları neydi peki? Her hangi bir safta yer alıp müdahil oluyorlar mı savaşa?

Hakan Erdem: Kırım Savaşı sırasında Çerkeslerin Rusya’ya karşı direnişleri devam ediyor. Çerkezistan’dan da öte asıl Dağıstan’da İmam Şamil direnişi var o dönemde. Bazen Çeçenleri, İmam Şamil’i ve Çerkesleri beraber düşünürüz ama savaş dönemlerini incelerken ayrı değerlendirmekte fayda var.

Kırım Savaşı sırasında mektuplar gönderiliyor. Şamil’den Osmanlı’ya, Osmanlı’dan Şamile gönderilenlerin yanında Çerkezistan’daki beylere de mektuplar gönderiyor Osmanlı. Bu mektupların özeti de “Biz Ruslara karşı savaş açtık siz de elinizden geleni ardınıza koymayın” şeklindedir. Bu mektuplara karşı çok ciddi bir hareketlilik yok Çerkezistan tarafında.

Osmanlı’nın Çerkesleri ikna etmek için gönderdiği adamları da, Cevdet Paşa’nın deyimiyle Çerkesler dikkate almıyor. Çünkü köle cinsinden Çerkesler gidiyor ikna etmek için Çerkes beylerini. Osmanlı’ya köle olarak gelmiş ama yükselmiş paşa olmuş figürler bunlar. Siz burada her ne kadar paşa olmuş olsanız da orada Çerkeslerin gözünde hâlâ kölesiniz. Sefer Bey gidiyor mesela burada ciddi bir konumu var ama adam köle cinsinden olduğu için Çerkesler yüzüne bile bakmıyorlar. Bu sebeplerle Kırım savaşında ciddi bir Çerkes katkısı yok.

İngiltere’ye Kraliçe Victoria’ya bir dilekçe yazıp “Biz bağımsız olmak istiyoruz” diyor mesela Çerkesler bu dönemde. Bağımsızlık deklerasyonu diye geçiyor bu ama bunun belgesini İngiliz arşivlerinde buldum ben. Kraliçe Victoria’ya hitaben Türkçe yazılmış bir dilekçe aslında bu ve muhatapları Kraliçe olmasına rağmen Padişah diye hitap ediyorlar. Burada İngiltere’nin çok büyük bir Çerkes taraftarı olduğu söylenemez. Osmanlı için de bir öncelik değil Çerkesler.

Bu çok uzun bir hikâyedir ama özetle şunu söyleyebiliriz ki, Kırım savaşında kitlesel bir Çerkezistan direnişi olmuyor.

Guşısp: Kırım Savaşı’nın Osmanlı devletinin bölge ile gerçekleştirdiği köle ticaretine etkisi oluyor mu peki?

Hakan Erdem: Var tabi ki. Biliyorsunuz Ruslar o dönemde Kafkasya’yı Gürcistan’a kadar işgal etmiş durumda. Yani Kafkasya’yı ortadan ikiye yarmış Rusya ve Çerkezistan kıyılarını da denizden kuşatmış halde bir nevi. Dağlarda bir direniş sürse de ovalar Rusların elinde.

Kırım Savaşı’ndan dolayı Rus donanması Karadeniz’den çekilmek zorunda kalınca yani Çerkezistan’daki kalelerin önünden çekilince, Rus baskısından dolayı kölesini satamayan adamlar fırsat bu fırsat diye kölelerini İstanbul’a göndermeye başlıyor. Büyük bir yükselme oluyor köle piyasasında. Osmanlı’nın müttefikleri şikayetçi oluyor. Bu kölelerden bazıları özellikle Gürcüler Hıristiyan ve birçoğu kaçırılma yoluyla geliyorlar diye Osmanlı’ya baskı yapıyor müttefikler. Buna bir çare bulun diyorlar. Dolayısıyla bir nevi dış baskı ile Osmanlılar Gürcü köle ticaretini kesinlikle yasaklıyor. Çerkesleri de bir nevi idare ediyorlar. Hatta bu konuda Osmanlı’nın şöyle bir savunması da var. Biz direk Çerkes köle ticaretine müdahil olamayız çünkü adamların kendi köle ticaretleri var da diyorlar.

Guşıps: Kırım Savaşı sırasında Osmanlı tarafından bildiğim kadarıyla iki farklı ferman yayınlanıyor Karadeniz köle ticareti ile ilgili. Birisi Gürcistan’a birisi Çerkeslere hitaben yazılan bu fermanların farkı nedir?

Hakan Erdem: Tam olarak bundan dolayı aslında. Bu iki fermanın orijinalleri hem bizim arşivimizde hem de İngiliz arşivinde var. İngilizler bu iki ferman arasındaki farkı tam olarak anlamıyorlar. Onlar Osmanlı beyaz köle ticaretini yasakladı diye anlıyor. Osmanlı bu iki fermanı öyle bir dille yazmış ki, Gürcü ticaretini tamamen kesecek ama Çerkes ticaretine göz yumacak bir yöntem izliyor metnin dili.

Gürcü köle ticaretini feda edip Çerkes köle ticaretini kurtarıyor yani Osmanlı. Fakat ilginç olan ve tarihçinin sorması gereken soru şudur bence; Çerkes köle ticaretini 1864 öncesinde yaşatmaya çalışan, bunun için yabancı baskıları dahi bertaraf edecek çabalar içine giren Osmanlı, neden 1864’den sonra kendi topraklarına taşınan köle ticaretini engellemek için çaba içerisine giriyor ve yavaş yavaş parçalanmaya, sökmeye çalışıyor sistemi? Bu önemli bir sorudur.

Çerkesler bir anda Osmanlı sınırları içerisine giriyorlar tehcir ile birlikte. Kendi sınırları içerisinde yabancı bir devletin baskı yapması da daha zor. Buna rağmen Osmanlı Çerkes köle ticaretini bastırmaya çalışıyor. Oldukça ilginç ve detaylı bir şekilde incelenmesi gereken bir konu bu.

Genel göç için verilen rakam yaklaşık bir buçuk milyon ve bunun da yüzde onunun köle olduğu düşünülüyor. Ortalama yüz elli bin Çerkes kölesi Çerkeslerle birlikte geliyor Osmanlı coğrafyasına, özellikle Anadolu’ya. Yani bugün herhalde bir, bir buçuk milyon modern Türkiyeli’nin soyunda Kafkasya’dan gelen Çerkes köleliği vardır. Çok büyük bir oran değil yetmiş beş milyon insan içinde küçük bir orandır. Ama sonuçta var mı, var.

Çerkes köleliğini bu topraklarda bastıran ve sistemi söken Osmanlı idaresinin politikalarıdır. Kafkasya’da iken yaşamalarını hatta bağımsız olmasını istedikleri Çerkesler ile köle ticareti yapıyor Osmanlı. Ama Çerkezistan’da iken sürmesini istediği köle ticareti, kendi ülkesine geldiği zaman ortadan kaldırmayı tercih ediyor. Bu süreçte çok ikircikli durumlar da var tabi.

Mesela 1865 yılında Keçecizade Fuat Paşa, “Çerkes kölelerini isteyen istediği gibi satamaz zaten Osmanlı tebası olmanın birinci faydası hür olmaktır. Osmanlı tabasına geçtiklerine göre bizim tabamız hürdür onun için onlar da hürdür. Şu durumda onları kimse esir diye alıp satamaz” diyor. Hatta bu konuda bir emirname,tamim yani bir genelge de yayınlıyor Fuat Paşa. Ancak çok ilginç bir şekilde kendi karısı en büyük köle yetiştiricisi. Çerkes kızlarını küçük yaşta alıyor yetiştiriyor ve satıyor üstelik bu konuda en büyüklerden.

Bunlar bize çelişki gibi gelebilir. Doğrudur da, ama dünya tarihinde de bu tip şeyler var. Jefferson’un da, yani Amerika’ya özgürlük getiren adamın da bir sürü köleleri vardı bir şekilde.

Çerkes kölelik sistemi, Batı’daki kölelik sistemine çok benzer.

Guşıps: Batıdan örnek vermişken hocam, Osmanlı köleliği ile Batılı anlamda kölelik arasındaki temel farklar nelerdir?

Hakan Erdem: Batının kölelik sistemi “Kapalı Kölelik” sistemidir. Osmanlı’nın ki ise biraz önce de konuştuğumuz gibi “Açık Kölelik” sistemi. Bu anlamda Çerkes kölelik sistemi, Batı’daki kölelik sistemine çok benzer.

“Açık Kölelik” genelde İslam ülkelerinin uyguladığı bir sistemdir. Kalıtsal köleliğin oluşmasına müsaade etmezler. Köle sınıfı yetiştirmez, azad edip topluma kazandırmayı teşvik ederler. Ama köle lazım oldukça da gidip yeni köle satın alırlar. Kölelerin topluma kazandırılması anlamında daha insani gözüküyor ama her seferinde yeni köle satın almaları, köle ticaretine daha çok yaslandıklarını gösteriyor.

Türkiye’de Osmanlı kölelik sistemi ile Batı arasındaki sistem farkını bilmeyen birçok kişi, sadece rakamlara bakarak çeşitli yorumlarda bulunabiliyor. Bugün ABD’de yaklaşık kırk milyon Afrikalı var. İlk gelişleri dört yüz bin civarında. Osmanlı’ya ise 19. yy’da bir milyon kadar köle geldi o zaman nerde bu insanlar deniyor. Azad sistemini, topluma kazandırma sistemini kavramsal olarak “Açık Kölelik” sistemini bilmeyip sadece rakamlar üzerinden yapılan yorumlar bu sebeple çok sorunludur.

ABD’deki ile Osmanlı’daki arasındaki rakamsal farkın nedeni çok basit. Şöyle düşünelim, bir kabın içini dolduruyorsunuz ama altı delik, açık kölelik sistemi bunun gibi. Bir taraftan köle satın alınıyor ya da göçler ile geliyor ama bir taraftan da azad edilip topluma kazandırılıyor. Bu şekilde de kap dolmuyor haliyle. Ama kapalı kölelik sisteminde, kap dolduruluyor ama altında delik yok. Bu sebeple de köle sayısı sürekli artıyor.

Amerikan güney köleliği ile Osmanlı köleliği arasındaki fark, Osmanlı köleliği ile Çerkes köleliği arasındaki fark gibidir.

Gusıps: Batı’da kölecilik karşıtı görüşlere “ilga”cılık deniyor. Osmanlı aydınları arasında “ilga”cı fikirlere rastlanıyor mu ya da Batı’daki ilgacılık Osmanlıya nasıl yansıyor?

Hakan Erdem: Osmanlı aydınları arasında az da olsa rastlanıyor ilgacı fikirlere. Mesela Sami Paşazade Sezai “Sergüzeşt” romanı için “kölelik aleyhtarıydım onun için yazdım” diyecektir sonraki yıllarda. Mithat Paşa da Sultandan saraydaki köleleri azad etmesini talep ediyor. Rastlanıyor dediğim gibi ama bir sivil toplum örgütü ya da cemiyet şeklinde bir mücadele verilmiyor. Yani bu görüşler akım halini alıp örgütlü hale gelmiyor.

Yalnız şunu söylemek lazım; zaman geçtikçe köle sahibi olmak düşük bir toplumsal statü olarak algılanmaya başlıyor Osmanlıda. Öyle olunca da kimse köle sahibi olmak istemiyor. Demode bir şey halini alıyor köle sahibi olmak.

Biraz karikatürize edecek olursak, Osmanlı’nın son döneminde, eski ve tutucu kafada bir adamın evinde köleler olurken modernleşmiş bir Osmanlı aydın ailesinde ise köle olmuyor da mürebbiye oluyor. Çocuklarına Almanca veya Fransızca öğretecek Alman veya Fransız mürebbiyeler oluyor hem de. Osmanlı üst sınıfı ilgacı fikirlerin gelişmesi ve örgütlü bir mücadele sonucunda ya da köleleri düşünerek değil, bir toplumsal dönüşüm sonucunda köle kullanmaktan vazgeçiyorlar. Yani modernleşme ile batıcılık ile doğrudan bağlantılı bir durum bu.

Guşıps: Kölelerin son duraklarından bir tanesi de ‘’harem’’. Osmanlı hareminde Çerkes cariyelerin çok etkin olduğu hatta Padişahların çoğunun annesinin Çerkes olduğu sıkça anlatılır. Bu kişiler sonuçta köle olarak saraya geliyorlar, nasıl oluyor da bu kadar etkin ve görünür hale gelebiliyorlar?

Hakan Erdem: Sistem aslında bunun için tasarlanmış bir sistem. Devşirmeleri düşünün örneğin. Balkanlardan sekiz yaşında devşirilen çocuk, önce 7-8 yıllığına Türk üzerine veriliyor. “Türk üzerine vermek” Osmanlı’da teknik bir deyimdir. Devşirilen çocuk başkent çevresindeki Türk köylerine bırakılır. Müslüman olsun, buralı gibi yetişsin diye, buna da “Türk üzerine vermek” denir. Bu şekilde 7-8 sene geçiren çocuk acemi ocağına, oradan da yeniçeriye giriyor. Tabii daha yukarılara da yükseliyorlar bir şekilde.

Nasıl ki erkeklerin sadrazamlığa kadar yükselme imkanı varsa kadın köleler de benzer şekilde Valide Sultan olabiliyor. Bakın çok ilginçtir, Osmanlı’da kölelerin olamayacağı tek şey sultanlık yani padişahlıktır. Onun dışında her türlü mertebeye yükselebilirler. Sadrazam oluyorlar örneğin, daha ne olsun.

Bu arada Padişah olamıyorlar ama padişahlar da kölelerin çocukları oluyor nihayetinde. Anneleri köle oluyor yani padişahların. Padişah anası olmak, yani Valide Sultan olmak da oldukça etkin bir pozisyondur Osmanlı’da. Düşünün bir nevi padişah avucunun içinde oluyor Valide Sultan’ın.

Son dönemde genelde savaş ganimeti olarak köle gelmiyor. Savaşlar köle kaynağı olmaktan çıktığı gibi eskiden köle olarak hediye gönderen birçok bölge de bağımsızlığını yitirmiş durumda ve köle hediye edemiyor saraya.

Bunlara rağmen, ticaret ve özel olarak yetiştirip saraya satma süreci devam ediyor. Çerkezistan ticaretin en çok yapıldığı yer ama Çerkesler de 1864 ‘de Anadolu’ya gelmişler. Ciddi bir köle sıkıntısı çekiliyor özellikle sarayda. Mesela Abdülhamid döneminde Baş Katip Süreyya Paşa’ya deniyor ki; “Saraya Türkçe bilmeyen kızlar bul”. O da yazıyor Uzunyayla’ya, Batı Anadolu’ya falan. “Sizde köle cinsinden Türkçe bilmeyen kız varsa gönderin” diyor Çerkes ileri gelenlerine. Osmanlı usullerine, adetlerine göre saraya yeni gelen kölenin Türkçe bilmemesi lazım. Türkçe bilmemesinin esprisi şu; Türkçe bildiği zaman yerli Türk mü yoksa köle cinsinden mi o karışıyor. Mesela Leyla Saz Hanım’ın anılarında “Çerkesim” diyen bir cariyenin sonradan Sivaslı Türk çıktığı yazar. Yani saraya girmek o kadar önemli ki, bunun için birçok kız “Çerkesim” de diyor olabilir.

Kölelik Osmanlı’da kariyer için bir kanal.

Saraya veya sisteme dahil olmanın bahanesi gibi düşünebiliriz köleliği. Türkçe bilmeyen Çerkes bulmak da zamanla zorlaşıyor çünkü Türkçe öğreniyor Çerkesler zaman içerisinde.

Son dönemde özellikle Çerkeslerin çok fazla olmasının sebebi büyük ölçüde budur Harem’de. Diğer köle kaynaklarının kuruması ve Çerkeslerin tek kaynak olarak kalmaları sayılarını artırmıştır sarayda. Yine son dönemde bu sebeple Abdülhamit’in, Murat’ın, Reşat’ın, Vahdettin’in hepsinin annesi Çerkestir. Mesela Abdülhamit’in annesi Şhapsığ’dır. Çerkes cariyeler içerisinde o bölgeden gelenlere akrabası olarak bakıyor tabii Padişah. Osmanlı İmparatorluğu’nun başındaki Padişah’ın yarı tarafı Çerkes sonuçta. Bu, o dönemde büyük bir güç. Padişah kendi akrabaları olarak görüyor ve bu da yükselmeleri için bir sebep oluyor. Orduda subay vs. olmalarının, paşa olmalarının sebebi de budur aslında. Padişah ve Saray tarafından sadece kadınlar değil Çerkes erkekleri de kollanıyor dolaylı veya dolaysız. Bu, onların yükselmelerinin de yolunu açıyor.

Etkili olmalarına gelince, dediğim gibi sistem yükselmenin yolunu açık bırakıyor Sarayda. Nasıl erkek köleyi ya da devşirmeyi sadrazam yapıyorsa sistem Çerkes kadın köleyi de Padişah anası yapıyor. Tabi padişah anası olduktan sonra kendi yakınlarını da kolluyor ve onlarında etkin olmasını sağlıyor. Birde tabii inanamayacağınız kadar zengin oluyor Padişah anaları. Bir Bezmialem Valide Sultan vardır mesela ya da Pertevniyal Valide Sultan. Kendilerine bağlı çiftlikleri, yüzlerce çalışanı, kâhyası müthiş geniş arazileri olur.

Guşısp: Osmanlı’nın son döneminde etkili olan subaylar, entelijansiya, paşalar vs. içinde yine çok fazla Çerkes ile karşılaşıyoruz. Bu kişiler biraz önce bahsettiğiniz gibi, Saray ilişkileri sebebiyle mi yükseliyorlar yoksa bu etkin figürlerin daha önceden köle ticaretinde bir etkileri vardı da ondan mı yükseldiler?

Hakan Erdem: Böylesi özel bir çalışma benim bildiğim kadarıyla yapılmadı ama 19. yy’da bile hâlâ köle kökenli, birçok etnik gruptan devlet adamları var. En önemli örneklerden birisi Koca Hüsrev Mehmet Paşa. Kendisi Abaza. 50-60 tane kölesi var. Bu kölelerinden iki tanesi Sadrazamlığa yükseliyor. Bunlardan biri Gürcü Reşit Mehmet Paşa mesela.

Guşıps: Peki hürleşmeden mi sadrazam oluyorlar? Yani hem Hüsrev Mehmet Paşa’nın kölesi hem de Sadrazam. Çok enteresan bir durum değil mi bu? Karikatürize ederek sorayım, padişahı mı dinleyecek yoksa efendisini mi dinleyecek Reşit Mehmet Paşa?

Hakan Erdem: Orası biraz karışık işte. Hürleşmeden de olabiliyor hürleştikten sonra da olabilir. Azad edilmeden Sadrazam olanlar da var. Hüsrev Mehmet Paşa’nın kendisi Abaza kölesi. Sonradan kendisi de bir sürü köle alıyor ve onları yetiştiriyor.

Hatta Osmanlı İmparatorluğu’nun Batı’ya gönderdiği ilk öğrenciler Paşa’nın köleleridir. Hür adamlar Fransa’ya, Paris’e ve bilumum Avrupa şehirlerine okumaya kendi çocuklarını değil köleleri gönderiyorlar. Tabii sonradan akılları başlarına geliyor kendi çocuklarını göndermeye başlıyorlar.

Hüsrev Mehmet Paşa’nın dediğim kölesi Reşit Mehmet Paşa, II. Mahmut döneminde Sadrazam olacak. Başka bir kölesi de, Sakız adasında ele geçirilmiş Rum reayasından İbrahim Ethem Paşa, Abdülhamit döneminde Sadrazam olacak. Dolayısıyla doğrudan köleliğin tanıdığı imkanlardan dolayı Sadrazamlığa kadar bir gidiş var. Bir de bunun üzerine Harem’de bir akrabanız varsa o bağlantıları da kullanarak çok daha çabuk yükselebilirsiniz. Bunun en bilinenlerinden meşhur Çerkes Hasan olayıdır. Harem’de bulunan bir akrabasına yapılan tavra kızıp cuntacıların, yani darbecilerin hepsini katlediyor.

Köle olarak gelip bir ülkenin elitine girmek

Bakın çok ilginç bir durumdan bahsediyoruz aslında. Kölelik vasıtasıyla gelip bir ülkenin elitine girmek. Bu modern akıl ile batılı zihin ile kolay anlaşılabilecek bir şey değil. Kölelik bir nevi sınıf atlama, kariyer yapma aracı Osmanlı’da.

Bu bahsettiğim Sadrazamların hürleşip hürleşmedikleri ile ilgili bir anekdot var. İkisi de olabiliyor önce onu söyleyelim. Bir adamın kölesini askere alamazsınız Osmanlı’da normal şartlarda. Arada bir sahip var çünkü.

Koca Hüsrev Mehmet Paşa’nın kölelerinden biri olan aşçısına kura isabet etmiş. O zamanlar askere kura ile alınıyor. Bunun üzerine Koca Hüsrev Mehmet Paşa yazı yazıyor idareye. “Benim kölemi askere alacakmışsınız ama o benim aşçımdır. İlla bir kölemi alacaksanız Damat Halil Rıfat Paşa’yı alın, onu da azad etmiş değilim” diyor. “Aşçım sonuçta benim damağıma layık yemekler yapıyor onun için onun yerine Padişah’ın Damadı Halil Rıfat’ı veriyorum, onu alın” diyor özetle. Tabi idare hemen ne olduğunu anlayıp Hüsrev Paşa’nın kölesini almaktan vazgeçiyor. Bu şekilde enteresan anekdotlar var.

Bugünden düşününce çok garip durumlar aslında. Mesela Koca Hüsrev Mehmet Paşa’nın iki kölesi Sadrazam olmuş. Biri Padişah damadı, daha birçok kölesi de devletin etkin pozisyonlarında bulunuyor. Koca Hüsrev Mehmet Paşa’ya hâlâ efendimiz diyorlar. Düşünün Mehmet Paşa’daki gücü.

Paralel devletin dik alası…

Guşıps: Bir nevi “Paralel Devlet” yani…

Hakan Erdem: Hem de paralelin dik âlâsı. Ama daha ilginci buna izin veren bir sistemdir Osmanlı Devlet Sistemi. Şunu da unutmamak lazım tabii, devlet hizmetinde yükselen eski köleler ile sahipleri arasında genelde zıtlık da olur. Genelde efendisine saygı göstermesi beklenir ama azad edilenlerdense bu bürokratlar, araları çok hoş olmayabilir. Mesela İbrahim Ethem Paşa biliyor ki Hoca Hüsrev’in hanesinden yetişmiş bir köle. Ama sonradan Sadrazam olmuş.

Devletin içinde yükselmek için köle aslından gelmek gerekiyor düşünebiliyor musunuz? Osmanlı tarihi aslında bu tip ilginç anekdotlarla doludur.

Guşıps: Yine Çerkesya’dan yapılan köle ticaretine dönersek, Çerkezistan ile köle ticaretinde köle karşılığında ne veriliyor?

Hakan Erdem: Genelde para veriliyor Çerkes köle karşılığında. Esirciler genelde Kafkasyalı olabiliyor. Sattıklarının içinde hür olup kaçırdıkları çocuklar da olabilir.

Guşıps: Peki getirdiği köleyi burada ne şekilde satıyor köle tüccarı?

Hakan Erdem: Diyelim ki yanına yedi sekiz tane çocuk veya genç kız ile İstanbul’a geldi. 1840’dan öncesinde ise önce Esirciler Hanı’na gidiyor. Bu Han’da odalar, yani dükkanlar vardır. İstanbul ahalisi köle, cariye satın almak için dükkanları dolaşıyor. Beğendiği köleyi alıyor. Bunun suistimal edildiğini düşünmeye başlıyor Osmanlı idaresi bir süre sonra. Çünkü köle kızı göstermesi gerekiyor tüccarın. Yani bu dönemin kavramlarıyla konuşursak bu dükkanlar da bir nevi soft porno gibi bir şey oluyor. Çıplak kadın görmeye giden ve aslında alıcı olmayan tipler oluşuyor. Birkaç defa idare uyarılarda bulunuyor bu konuda.

Sonradan, 1840 yılında ise Esirciler Hanı’nı kapatıyor bu sebepten idare. Han kaldırıldıktan sonra da evler veya konaklar Esir Hanı’nın gördüğü işlevi görmeye başlıyor.

İstanbul’da iki tane Karabaş mahallesi var. Karabaş veya Karavaş köle demek eski Türkçede. Biri Fatih’te biri de Tophane tarafında bu Karabaş’ların. Yani Fatih ve Tophane ana köle merkezi 1840’dan sonra.

Guşıps: Konuşurken bazen esir bazen de köle diyoruz. İkisi arasında bir fark var mı?

Hakan Erdem: Satılana kadar esirdir. Satıldıktan sonra ise köle oluyor. Yani yola çıktı tüccar, yanında esirler var köle pazarına geldiğinde de esir hâlâ getirdikleri. Ta ki satılana kadar, satıldığı anda köle veya kul denmeye başlıyor aslında. Ya da rakik deniyor.

Pazardaki esirin statüsü ile konaktakinin statüsü farklı. Devlet hizmetine girmiş ve yükselmeye başlamışsa, mesela paşa olmuşsa onun statüsü de farklı. Bunların hepsine “siz köle aslısınız, aynısınız” demek pek mümkün değil. Hukuki olarak farklı olmasa da pratikte çok farklı. Köle cinsi dediğiniz adamlardan bazıları çok müreffeh ve etkili bir hayat yaşarken bazıları da toplumsal basamakların dibinde olabilir. Sonuçta herkes yükselecek diye bir kural yok.

Ölmesinden daha iyi deyip çocuklarını satıyor bir çok Çerkes. Hatta köle pazarına gelip kendisini satan insanlar oluyor. Genç kızlar, erkekler “Beni sat” diye tüccarlara yalvarıyor.

-Dr. Hakan Erdem
Yorumlar (4)
  1. Davut Tekiroglu on said:

    Ölmesinden daha iyi deyip çocuklarını satıyor bir çok Çerkes. Hatta köle pazarına gelip kendisini satan insanlar oluyor. Genç kızlar, erkekler “Beni sat” diye tüccarlara yalvarıyor.
    -Dr. Hakan Erdem ***

    Sayın Guşıps, geçmişimizde olduğu söylenen bu olayları sürekli canlı tutmak ve sanki bundan başka konu yokmuş gibi önümüze koymak, neden ? Amacınız kendimizden nefret ettirmek mi, Çerkesler kızlarını satıyordu, oğullarını satıyordu deditmek size ne kazandıracak? Bize ne kazandıracak! Ben bir türlü anlamıyorum.

  2. necmettin karaerkek on said:

    Sn.Tekiroğlu’nun hassasiyeti insanı üzüyor.Ama tarihi değiştiremeyiz.Saklamanın da hiçbir yararı olmaz.Üzülme yerine ders çıkarma ,onu belki yararlı bile yapabilir.
    Kölelik kurumu aslında insanlık tarihinde bir aşama.Ötneğin;Roma’nın12 Levha Kanunları’na baktığımızda.Eğer alacaklı tekse,borçlunun öldürülmesi yerine, canının bağışlanarak, ömür boyu köle olmasının hükme bağlandığını görüyoruz.Alacaklı birden çoksa borçlu parçalanarak alacaklılara dağitılıyordu.Kölelik Moskova’da 1861 de kaldırıldı.Abzehlerde aristokrasi yoktu.Köle de.Zaten Ruslarla savaş halinde idiler.Ama Kabardeyler’de durum farklı idi.Çar’la akraba,Ruslar’la da ilişkileri iyi idi.Müslüman olanlar,Kölelerini,at sürülerini alıp kara yoluyla Anadolu’ya geldiler.Hırıstiyan olanlar Sağır Orman bölgesinde kaldı.Bir de süreli Kölelik diye bir uyğulama var.Romalılar Kafkasya ve Kuzey Karadeniz yöresi’nden vergi yerine,15 yıl mecburi askerlik yapacak gençleri alırdı.İngilizlerin ünlü Kralı Artur ve birliği bu kategoridendi.Spartaküsler de öyle.

  3. cumhur on said:

    milliyetçilerin, etnik gurur taşıyıcılarının rahatını bozduysa bu yazı, oh olsundur.

  4. Dursun Kuzucu on said:

    Yayınlanmış ya da yayınlamakta olduğunuz ” çerkesler de kölelik” yazıları yöntem ve içerik bakımından eksik gibi geldi bana. Çerkeslerde ” kölelik ve kölelerin pazarlanması” olayın formel kısmı, görünür olanı, bilinen, pazarda olanın yeniden pazara sürülmesi, oysa olayı bir bütün olarak ele almak gerekmez mi? Evet çerkes toplumu sınıflı bir toplum, evet konu hassas ve incitici bir durum ama öylede olsa, tarihi bir olgunun üstünü örtemeyiz, yok muş gibi davranamayız. Konudan etkilenecek, incinecek olanların failler değilde, mazlumlar, mağdurlar olacağı algısı yaratıldı, bu doğru değil. Aksine, trajik durumun yaratıcısı ve uygulayıcısı olan, zalim ve zülmedenler adına hassas dır konu. Olayın gerçekliğini ve niteliğini kavrayamayanlar, bıyık altından gülerek bir şeyler gevelemeye çalışıyorlar, durumun vahametinin bilincinde olanlar, ” o tarihler de dünyanın bir çok toplumunda da ” kölelik sistemi vardı” diyerek, olayı meşrulaştırmaya gayret ediyorlar. Kaldı ki bu konuyu; güçler ilişkisinin diyalektik bir kavrayışı olarak ele alabilirsek ancak o zaman sağlıklı bir yere varırız.